Muhtemelen nadiren yazdığım kısa yazılardan birinin ilk cümlesi olacak bu. Zira sözü uzatmanın anlamı yok. Doğrudan bugün (29 Eylül 2012) yaşadığım bir deneyimi paylaşacağım.  Engelliyim kategorisine yazdığım diğer yazılar gibi tepki çekme ve ilgili birilerine ulaşması düşüncesi ile yazıyorum. (görsel kaynağı)

Aslında peşinen kabul etmek lazım; birkaç yıl önce tekerlekli sandalyede olup da şehir içinde (İstanbul) seyahat etmek tamamen imkansızdı. Şimdi “neredeyse imkansız” diyeceğim bir hale kavuştu. Tüm metro duraklarında asansör var. İETT otobüslerinin neredeyse yarısı engelli erişimli. 2013 Yılı ortasına kadar da yenilen filo ile öyle olacak. O halde her şey muhteşem, değil mi? Hayır değil.

Daha önce bozuk metro asansörlerini,  nasıl Şişli’den Taksim’e 1 saatte gittiğimi, şöyle bir sergiye gitmenin ne kadar meşakkatli olabileceğini ve fazlasını defalarca yazdım. Bugün ise çıta bir adım daha yükseldi! Doğrudan anlatıyorum:

Önce soluğu Şişli metro asansörünün önünde aldım. Bir türlü gelmeyen asansör için diyafondan yardım çağırırken, bozuk olduğu cevabını aldım. Yapılacak iş belli. Cevahir AVM‘ye girilecek, metro çıkışına ulaşmak için 2 katı baştan sona dolanılacak (asansör kuyruğundan bahsetmiyorum) ve perona inen ikinci asansöre binilecek. Plan buydu, son aşamada sekteye uğradı. Tam asansörün önüne vardığımızda, bir görevli arızalı tabelasını yerleştirdi. O sırada başka bir (boş) engelli aracını taşıyan vatandaş, protez diziyle bir anda beni (100kg kadar) akülü tekerlekli sandalyemle yürüyen merdivenlerden indirdi.

Buradan sonra Taksim’e ulaşmak kolay. Eh, hazırda 2 asansör bozuktu, artık Taksim’deki çalışıyordur. Çalış.. Çal? Çalışmıyor! Yine de plansız değilim. Aktarma ile Şişhane’ye. İstiklal çıkışına verdin mi kendini, işte Taksim’desin. Ama aksilik bu ya; Şişhane metrosundaki 5 asansörden beni İstiklal’e çıkaracak olanı arızalı. Hatta bu asansör bütün yaz arızalıydı. Her defasında görevli değiştiği için de durumdan bi haber. “Bu asansör düzeldi mi?” deyince boş boş suratıma bakıyor. İnsaflı olanı yardım ediyor, olmayanı “burayı bırakamam” diyor ama “höt”” deyince yine yardım ediyor. Bugün insaflı olanına denk geldim. Hayır, kardeşime bir kitap alacağız, iki lokma bir şey yiyeceğiz. Bütün mesele bu. Izdırabına silecek takayım.

Tabii Taksim’de işimiz bitti. Bugün sütten ağzımız yanmıış bir defa. Artık yoğurdu en havalı hali “frozen yogurt” olarak yemek lazım. Dedim kardeşime, “gel metroya hiç bulaşmadan otobüs bekleyelim. Bu hatta rampalı olanı vardır tabii”. Böyle anlaştık. Onlarca Özel Halk Otobüs’ünden sonra bir tane engelli çıkartmalı İETT otobüsü geldi. Tam bineceğiz, şoför kalktı “rampa yok” dedi. Ben içimden ne dedim hiç sormayın…

Bir tur daha “Onlarca ÖHO geçti” ve nihayet beni şişliye bırakacak, hem engelli çıkarması, hem rampası hem de eşek sarısı rengiyle beni evime yakın bir yerlerde bırakacak gül yüzlü otobüs geldi. Kaldırımdayım. Sanırım bir 10 santim; yani 4 inç kadar. Bunu tekerlekli sandalye ölçü birimine çevirirsek, kaldırım yüksekliği yaklaşık 1 uçurum var. Şoföre “yanaş” dedik ama gelirken nasıl cilveli göründüyse, yanaşmaya bir o kadar naz etti.

Rampa kaldırıma bir karış mesafeye indi. 2 Kişinin yardımıyla tekerlekli sandalyeyi öne, kendimi geri iterek ön tekerlekleri yere vurdum. Arkadaki güvenlik tekerlekleri ise kaldırıma takıldı. Ne ileri gidebiliyorum ne geri. Bir yandan ben araca gazı veriyorum, bir yandan 2 vatandaş vurduruyor; derken kaldırımdan tekerleri kurtarım yerine ensemi vuracakken, aynı kişilerin desteği ile ucuz yırtarak kendimi otobüsün şefkatli kollarına bırakıyorum.

Ama bitmiyor! Her çıkışın bir inişi vardır elbet. Hesap etmeden çıkarsan da tökezleyerek inersin. Neyse ki ben hesap ettim! Durağa yanaşırken kardeşimi yolladım şoförün yanına, rica etti durakta kaldırıma yanaşsın diye. Şoför de “yanaşabileceğim kadar yanaşırım” dedi. Öyle de yaptı. Tam orta kapıyı bir taksinin arka kapısına hizalayıp, kaldırıma bir arabadan biraz geniş mesafede durdu.

Rampayı açsak otobüsten inmeden taksiye bineceğim. Hayır binmek sorun değil, taksici “kısa mesafe” diye geri indirecek. Boşa zaman kaybı. Atlasam, intihar etmek için son atlayacağım yer bir otobüsün orta kapısı olur herhalde. Tabii buna niyetlensen Boğaziçi Köprüsü gibi bir klişede de imzam olmaz. Velhasılı kelam yine (farklı) iki vatandaş tekerlekli sandalyemi kucakladı, taksiyle otobüs arasında sığıp sığmayacağım meçhul boşluğa beni bıraktı.

Önce otobüs gitti, sonra taksi.
İşte o an kendimi çırılçıplak hissettim.