Geçen haftayı blogumda organik oluşan bir tür yazı dizisi ile tamamladım. Önce Van Gogh Alive sergisini anlattım, sonra sergiye gittiğim gün izlediğim 3. Türden Yakın İlişkiler – Başlangıç‘ı yorumladığım bir yazı çıkardım. Tabii bir engelli için böyle dolu bir program yapmak, özellikle sergi ve tiyatroya gitmeye karar verme aşaması çok da rahat değil. Bu yüzden hemen sonra Engelli Kültür Günü – 1 başlıklı yazıda Ozan Eicher ile birlikte “kültür günü”ne nasıl karar verdiğimizi anlattım. Şimdi, bu yazıda  tekerlekli sandalye ile yolların nasıl aşıldığını ve önümüze çıkan engelleri anlatacağım. Tiyatroda nasıl hareket ettiğim ise ancak bir sonraki yazıya kalacak. Devamlılık için diğer yazıları da okumanızı tavsiye ediyorum. (resimdeki benim)

Bu yazıda söz edeceğim detayları tabii ki yıllar içinde binlerce kez yaşadım. Hani yeni bir şey değil. Sadece ilk kez bu yönüyle yazıyorum. Ha bir bu kadar çok toplu taşıma aracı ve asansörü ilk kez kullanıyorum.

Ozan öğle saatlerinde beni almaya geldi. Oyalanmadan yola koyulduk. Daha koskocaman bir sergi gezecektik. (Yani ben öyle sanıyordum) Ozan’la hem bu evden, hem de uzun süre ilk kez birlikte çıkıyorduk. Yol dar, ortasında motorsiklet olunca Ozan biraz tereddüt etti. Bu yüzden caddeye kadar annem eşlik etti. Cadde’ye geldiğimizde vızır vızır geçen arabların arasından karşıya geçmemiz gerekiyordu. Ben alışkın olduğum için “geç geç, bir şey olmaz” diyordum. O Biraz cesaretsiz kalsa da doğru zamanı iyi kestirdiğinde karşıya geçmiştik. Buradan ilk metro asansörüne gideceğimiz yol, bir ara sokak ve ışıklardan ibaret olduğu için kolaydı.

Cevahir AVM önünden peron katına inen ilk asansöre geldiğimizde kenarda duran bir kişi de yanımıza geldi. Yanımıza gelen diğer adam Ozan’ın aktardığıyla, düz yürürken bizi görünce asansöre yönelmiş. Bu asansöre sadece 4 kişi bindik. Ozan özellikle biraz geniş durup yer açmaya özen gösteriyordu çünkü aynı zamanda bir manevra alanına ihiyacımız vardı. Aşağı indiğimizde ikinci asansöre doğru yöneldik. Bu asansör nispeten kuytuda olduğu için çoğunlukla boştur. Bu defa da ne önünde bekleyen vardı ne de asansör doluydu. Boş asansörde hemen perona indik.

Peronda, kapının açılacağı alanda yine genişçe durdu Ozan. Kapı açıldığında ise sarı çizgilerin önündeydik. Herkes inatla üzerimizden geçip daha kimse inmeden binmek derdinde gibiydi. Buna rağmen metroda iyi bir yer kaptık. (binemediğim zamanlar oluyor.) Ozan kapıya arkam dönük tekerlekleri kilitleyip bir yere oturdu. İki durak sonra Taksim’de olacaktık. Tabii metrodan inmek yine bir stres.
Metrodan tam asansörün orada indik. Bu bineceğimiz üçüncü asansördü. Önü tabii ki biraz kalabalıktı. Ozan’ın gür sesli “pardon”u ile biraz uzaklaştılar. Asansöre bizden evvel bir kişi, bizden sonra ise koşa koşa gelen birçok kişi bindi ve binmeye çalıştı. Ozan yine olabildiğince geniş durmaya çalışıyordu. Bu asansörlerde genellikle rahatsız bir tekerlekli sandalyede olmama rağmen bir de eğilmem, bazen başımın üzerinde bir çanta taşımam gerekiyor. Ozan yolculuk boyunca buna izin vermedi.

Dördüncü asansör caddeye çıkandı. Tekerlekli sandalye ile Füniküler’e geçmek için önce caddeye çıkmak gerekiyor zira. Burası her zaman en kalabalık olan asansör. Hafa içi öğle saatleri boş olacağını tahmin ediyordum ama değildi. Ozan bu defa hız kesmeden kalabalığın içine daldı. Biraz nezaket dışı bir tavır olsa da müsade isteyince çekilmeyen insanlar üzerlerine “bir şey” gelince deterjan görmüş karabiber gibi açılıyorlar. Asansöre binince bir şey tabii değişmiyor. İnsanlar üzerimize atlıyor. Ozan bu defa geniş durmakta çok fazla direnemedi bile. Asansörün kapısı kapanmıyor ama içlerinden bir amca “gelin gelin 13 kişi alıyor” diye bağırıyor. Amca o hesap kelle sayısına göre yapılmıyor be… Sıkışı sıkışa da olsa caddeye çıkıyoruz.

Fünikülere inen beşinci asansörümüz için Taksim Meydan’ında sadece birkaç metre yürümek gerekiyordu. Ancak asansör arnavut kaldırımda olduğu için Ozan için de, benim içimde bir işkenceye dönüşüyordu. Tekerlekli sandalyenin ön tekerlekleri, Ozan’ın ayakları takılmadan ilerlemek zor. Titremeden ilerlemekse mümkün değil. Hatta ben titremenin ötesinde ufak sıçramalar yaşıyorum. Asansörün kapısına geldiğimizde dolu olarak aşağı iniyordu. Daha sonra yanımızda iki kişi ile birlikte fünikülere indik.

Tekerlekli sandalye ile metroya, bazı otobüslere binmek çok kolay. Ancak bir yardımcı yoksa füniküler’e binmek mümkün değil. Peron katı, bekleme alanı bir rampa iken vagonlar düz geliyor. Bu her kapıda yarısı yukarı doğru, yarısı aşağı doğru üçgen biçimli basamaklar oluşturuyor. Tek başıma binmem mümkün değil. Biz en uzakta ve nispeten daha alçak basamakları olan vagonu kullandık.(Fotoğraf wowturkey‘den. Aynı sayfada Akın Kurtoğlu’nun uygulaması basit çözümünü de görebilirsiniz.)

Altıncı asansör toplu taşınmamızda son asansördü. Sadece bavulu ile bekleyen bir kişi vardı. Asansöre bizden sonra binip, biraz ötede 30 saniye boyunca gazetesini okudu. Asansörden indiğimizde tramvay durağına geçtik. Turnikede engelliler için ayrılmış kapıdan ufak bir tekerlekli sandalyeye sahip olmama rağmen tam olarak sürtünerek geçtik. 1 santim değil, abartısız söylüyorum sadece 3-4 milim daha geniş olsaydı geçemeyecektik. Yani birileri geçemiyor, tramvaya binemiyor. Fünikülerin halini yukarıda anlattım. Metrobüs zatem mümkün değil. Otobüslerinse ancak bazıları.

Her neyse, Tophane’ye doğru olan yolculuğumuz tramvayda da gayet iyi geçti. Antrepo 3’deki sergi için biraz yol yürümek gerekiyordu. Burası kaldırımların rampalarla düzenlediği seyrek bölgelerden biri(ymiş). Ancak çöken kaldırımların bir şekilde onarılmamış olması yine bir sıkıntı yaşatmaya yetti.

Yedinci asansörümüz ise toplutaşımaya değil doğrudan Antrepo 3’e aitti. Aslında Antrepo 3’ün bir ziyaretçi asansörü yok. Buna karşın yükseklere uzanan dar ve dik merdivenleri var. Bu konuda daha önce sergi müdürü ile görüşme fırsatı yakalamıştım. Bana yük taşıma asansörünü kullanabileceğimi söylemişti. Nitekim öyle oldu. Her ne kadar bir serginin yük taşıma asansörünü kullanmak pek hoş bir durum olmasa da; bindiğimiz o eski, kocaman, oda gibi asansörde kendime bir yaşam alanı kurabilirdim sanıyorum. Soldaki fotoğraf bu asansörde çekildi.

Nihayet ulaştığımız Van Gogh Alive sergisinin bir de geri dönüşü vardı tabii. Aynı yollardan geçtiğim benzer bir hikayeyi yazarak devam etmeyeceğim tabii. Ancak paylaşmam gereken bir detay var geri dönüş yolculuğundan.

Daha birkaç saat önce kullandığımız Taksim Meydanı’na çıkan asansör biz dönene kadar bozulmuştu! Oraya vardığımızda asansörün kapısı açık, bir 30 santim kaymış ve henüz onarılmaya başlanmıştı. Güvenlik bizi füniküler asansörüne yollamak istedi ama oradan metroya inmek merdivenli olduğu için beklemeyi tercih ettik. Soldaki fotoğraf ise kapısı açık, kabini olmayan asansörün yarattığı karanlık boşluğa ait.Beklerken bir de inatla asansörü kullanmak isteyenleri gösteren bir video kaydettik ancak etik değerlerden ötürü paylaşmayı uygun bulmadım.

Asansör ile ilgilenen teknisyenlerden öğrendiğim bilgi ise önemliydi. Bu asansörlerin sık ve yüklü kullanılması bu arızalarda önemli etkenmiş. Yani beni zaman zaman Taksim’e kadar götürüp, kapıdan geri dönecek noktaya getiren şey sağlıklı insanların, engelliler için hazırlanmış asansörü durmadan kullanmalarıymış.

Biz o gün her şeye rağmen günü planladığımız gibi, sorunsuz atlattık.

Yazıyı okuyan, bu satırlara kadar gelen var mı bilmiyorum. Ben bile konuyu tamamlayamamış olmaktan sıkılıyorum, yazıyı bitirmekte güçlük çekiyorum. Ancak yine o kadar uzattım ki; sergiden sonra (evde biraz dinlenip) 3. Türden Yakın İlişkiler – Başlangıç‘ı izlemek için gittiğimiz Akatlar Kültür Merkezi’nde yine tekerlekli sandalye ile neler yaşadığımızı ve çözüm önerilerimi bir sonraki yazıda paylaşacağım paylaştım: Engelli Kültür Günü – 3 – Tiyatro.