Etiket: film

Digiturk “Dilediğin Yerde”yi blog yazarlarına tanıttı

digiturk_iqDigitürk, “Dilediğin Zaman Dilediğin Yerde” sloganıyla duyurduğu yeni hizmeti Digiturk IQ‘yu dün gece benim de içinde bulunduğum bir grup blog yazarına tanıttı. DesiBel Ajans‘ın düzenlediği etkinlik Günaydın Steakhouse Etiler’de gerçekleşti. Ben de bu etkinliğe arkadaşım Ozan Eicher‘le katıldım.

Katıldığım lansmanlar, incelediğim ürünler için ne kadar objektif yazmaya çalışsam da; ister istemez subjektif yorumumu da -çoğunlukla- katıyorum. Digiturk’ün bu hizmeti içinse nasıl yorum yapacağımı bilemiyorum. Digiturk aboneleri için muazzam bir hizmet,  benim gibi olmayanlar için belki anlamsız. Televizyonculuğun evrimine ise yeni bir kapı açmış gibi görünse de; yakın geleceğin uzak geçmişine konumlanabileceği fikrindeyim. Yazının devamında önce ürünü tanıtıp, ardından lansmanda yaşananları ve ürün hakkında fikirlerimi yazacağıım. Karar vermekse size kalacak. Devamını oku →

Mart 15 / 2013
Yazar Simto ALEV
Kategori Haber, Teknoloji, Yorumsal
Yorumlar 7 Yorum

Sinemaya yalnız da gidilir.

Az önce ismini vermek istemeyen bir okuyucumla (VaGa) sohbet ederken Benjamin Button‘u izlemesi için biraz baskı yaptım. (a4 ebatında fotoğraf kalitesinde baskı.. Of of.. O değil de, “ismini vermek istemeyen bir okuyucu” falan, pek havalı oldu.) Arkadaşım da listesinde olduğunu, indirip izleyeceğini söyledi. Film yeni vizyona girdi ve sinemada izlenmeyi hak edecek bir film olduğu için de, “olm git izle işte yarın” dedim. Yalnız gitmek istemediği için reddetti beni..
(İtiraf, ben de illegal izledim ama vizyona girmesini bekleyememiştim.)

Tabii ben burada bir arkadaşımdan bahsettim ama bunun örneklerini çok kez yaşadım. İnsanlar yalnız başlarına sinemaya gitmekten çekiniyor. Ben sinemaya gittiğim zaman 1,5 – 2 saat kadar süreyle karşımdaki perdeye bakıyor, yanımdakiyle sohbet etmiyor ya da poker oynamıyorum. Filmi izlememe ise yanımdakinin bir yardımı olmuyor. (Tamam, sinemaya sığınan ergenleri ayrı tutuyorum ama…)  Tek başına sinemaya gidememe, birine ihtiyaç duyma fikrini anlamıyorum.  Üstelik büyük şehirlerde sinemaya gitmek, raftan bir DVD alıp da player’a bağlamaktan uzun zaman almıyor. Benim evden çıkıp en çok 15 dakikada ulaşabileceğim 3-4 sinema salonu var…

Böyle güzel filmleri kaçırmayın. Hatta inadına yalnız gidin. N’olur, n’olmaz; arkadaşınız kulağınıza bir şeyler fısıldar, dikkat dağıtır. Yaa, yaa..

Şubat 10 / 2009
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden.., Sinema, Yorumsal
Yorumlar 7 Yorum
Etiketler , , , ,

[İzledim] AROG

Bu yazıyı yazmak için epey bir tereddüt ettim aslında. Blogumun hitlerinin büyük bölümü vaktiyle eklediğim “AROG kamera arkası”dan geliyor. Hepsi google araması sonucu. Dolayısıyla bu şekilde gelen ziyaretçiler yazılarımı okumuyor. Muhtemelen bu yazım da benzer şekilde bulunacak ama okunmayacak. Her neyse, başlayalım…

Dün SanalCafe‘nin 25. sinema organizasyonuyla 85 kişi AROG’u izleyip, Taksim Pikap barda bayram arifesi Rüzgar’ı dinleyip dağıttık. Bana da bu aktiviteden A.R.O.G’u anlatmak kaldı.

Her şey aslında filme kadar mükemmeldi. Bir çok yabancı filmi daha çekimleri başlamadan 1-2 yıl önce öğreniyoruz. Film vizyona girene kadar çeşitli dedikodular duyuyor; fragman, teaserlar izliyor hatta posterler görüyoruz. Türkiye’de ise bu süreç 3-5 aya kadar kısalıyor neredeyse ve filme dair çok az materyalle karşılaşıyoruz. 
 AROG bu bağlamda oldukça başarılı bir film. Film daha ortalıkta yokken Cem Yılmaz’ın yeni film çekeceğini duymuştuk. Sonra teaser ve fragmanlar da geldi; film hala ortada yok. Ancak herkes AROG’u biliyor. Bu ana kadar da gördüğümüz her şey kaliteli. Espiriler güzel ve yerinde. Bir Türk’ün (Arif’in) taş devrinde olduğunu düşünmek en az uzayda olduğunu düşünmek kadar eğlenceli. Bu yüzden tüm bu süreçte film “Beni izle!” diyor. Biz de izledik…

Film reklam için çekilmiş, muhtemelen de sonradan eklenmiş Türk Telekom ve Avea dolu sahnelerle başlıyordu. Filmlerde, bilgisayar oyunlarında reklam görmek çok da sıradışı bir şey değildir aslında. Ancak bir filmin ilk 15 dakikasını “şimdi reklamlar” tadında izlemek de çok sıkıcı.

Reklamlardan sonra da filme karşı bir adaptasyon sorunu yaşadım diyebilirim. Hikaye şekillenene kadar özellikle her şey ardarda dizilmiş skeçler gibiydi. Espiriler her ne kadar Cem Yılmaz’ın tarzını ortaya koyuyor, klasikleşiyor olsa da gülmedim değil. Hatta bir çok espiri oldukça komik. Fakat Cem Yılmaz şakalarını ardarda dizip film yapmış sanki. O sinema bütünlüğü malesef yoktu.

Filmin ikinci yarısı ise, 10dk’lık bir futbol maçı var. (sahne uzunluğu değil, film içinde maç süresi 5’erden 2 devre) Sanki 90 dakika maç izlemiş gibi hisettiriyor ama. Uzamış da uzamış, film böyle bağlanmış, olmamış..

Film’i de sevmedim, yazımı da sevmedim. Gönülsüzce yazmak böyle oluyor demek ki..
Aslında baştan beri bu filmi savunuyordum. Vizyona ardarda girmiş absürt komedilere karşılık emek ve para harcanmış bir filmdi. Cem Yılmaz da espirilerini sevdiğim bir adam. “E daha ne olsun”  dedim, daha olabilecek çok şey varmış…

Aralık 08 / 2008
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden..
Yorumlar Yorum Yok

[izledim] Aşk Tutulması

Bugün (9 Kasım) SanalCafe‘nin 24. Sinema Organizasyonu’nu düzenledik. Organizasyonu diğerlerinden farklı kılan şey, gittiğimiz filmin yönetmen ve oyuncularının da bize katılmasıydı. Biz filmi 86 kişilik bir grup olarak izlerken, salona 230 kişi doldurmayı başarmışız ki sinema yönetimini bile şaşırttık.

Güzel bir organizasyondu, yönetmen ve oyuncular (Murat Şeker, Tolgahan Sayışman, Ayten Uncuoğlu ve Yasemin Öztürk) davetlemizdi, büyük bir kalabalık olacaktı her şey organizasyon bazında mükemmel olmasına karşın benim Murat Şeker‘e ve Aşk Tutulması‘na karşı büyük önyargılarım vardı. İzleyici olarak bir gün mutlaka izleyecek olsam da sinemada izlemeyi tercih edeceğim bir film değildi. Hataymış.

Önyargımı ilk yıkan şey Murat Şeker’in Perşembe günü Sinevidyon’da yayınlanan röpörtajı oldu. Murat Şeker gerçek anlamda popüleritesini Plajda‘dan sonra kazandı diye düşünüyorum. Filmi izlememiş olmama rağmen gişeye yönelik yapılmış bir para toplama filmi olduğundan şüphem yok. (Evet, bu da bir önyargı) İşin içine sanatsal kaygılarım, izledikleimden duygusal anlamda bir şeyler kazanma derdine düşmem girince; bu tür filmler beni kendilerinden kolayca uzaklaştırabiliyor. Röpörtajında sizine dinlediğiniz/dinleyebileceğiniz gibi dram filmleri çek istediğinden ve 2011’e kadar uzanan bir sinema çizelgesinden bahsediyor. Özellikle son filmini (1923) merakla beklediğim üçleme niteliğinde filmler. Fakat sanıyorum ki Murat Şeker arttırdığı vakitlerde para kazanmak için de filmler çekecek.
Keşke ülkem insanında sinemasever oranı daha yüksek, bilet fiyatları daha makul olsaydı da yönetmenlerimiz sanat filmi yapmak için gişe filmlerine fazla ihtiyaç duymasaydı. Sinema filmleri yapımcının değil, sanatınnı yapan yönetmenin ellerinde olmalı…

Önyargımı bitiren ise Aşk Tutulması‘nın ta kendisi oldu. Film, “Türk İşi Romantik Komedi” sloganıyla vizyona girdi. Hikayenin temelini oluşturan bazı öğeler de 70’lerde kalmış Türk filmlerinden tatlar barındırıyordu. Bugün belki çoğunu gülerek izlediğimiz Ediz Hun-Hülya Koçyiğit filmlerinin olukça güzel revize edilmiş bir hali. (benzer lezzetler için bkz: my sassy girl)

Film önyargılarımı çok da aşmayan mesafede dialoglarla başladı. Özellikle (fragmandan da hatırlayacağınız) eczane sahnesindeki kısık ses efektindeki yapaylık can sıkıcıydı. Film ilerledikçe biçim değiştirdi. İlerleyen sahnelerde “keyifli” bir komedi biçimi aldı. Tribün sahnelerinde 20 yıl öncesinden manzaralar görmek de benim için güzeldi. Çünkü çocukluğumda futbol ve tribün bugünkünden çok farklıydı. Bu filmdek gibiydi.. Tek sorun taraftarın Fenerbahçeli olmasıydı.

Film Fenerbahçe aşkının üzerine kurulsa da böyle anılmasının daha çok ticari olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Murat Şeker zaten her gruba da beğendirebileceği bir film yapamayacağının, illa bir grubun itiraz edeceğinin farkında olduk bunu umursamadan (ki iyi ki de böyle yapıp doğru bildiklerini savunuyor) bir Fenerbahçelinin hikayesini çekse de, bu film aslında tutkuların filmiydi. Bazen bir şeye öyle bir tutkuyla bağlanırsınız ki; onun için aşkınızdan vaz geçersiniz. Bazen de öyle bir aşka düşersiniz ki; tutkunuzdan vaz geçersiniz. Peki ya ikisine birden yakalanırsanız? İşte film de tam olarak bu soruya cevap bir hikayeden oluşuyor.

Filmin (benim açımdan) kötü başlayıp, giderek keyifli bir hale dönüştüğünü söylemiştim. Ancak bu yalnızca filmin ilk bölümü için geçerli. İkinci bölüm aslında keyfimin en çok arttığı zaman dilimini yaşatmış fakat aynı zamanda kararında tutturulmuş dram sahneleriyle gözlerimi doldurmuş, hatta ağlama sınırına getirmiştir. Eh, hep bahsederim zaten. Bana her hangi bir duyguyu gerçekten yaşatabilen, ağlatacaksa bunu duygu sömürüsü yapmadan ya da 90 dakika salya sümük ağlayan insanları izlettirmeden yapan filmler benim için iyi filmlerdir. Aşk Tutulması da bu yüzden iyi bir film olmuş.

Bence siz de çok geç olmadan yeni filmlere yol açmak için bu filme gidin. Hatta zamanınız varsa  Issız Adam, Mustafa, Devrim Arabaları gibi şu an vizyondaki bir çok Türk filminden en azından 1-2’sine daha gidin. Sinema, izlendikçe izlennesi bir hala gelecek. Kim bilir, belki bir gün bizden de bir Kubrick, bir Hitcock çıkar. Belli mi olur?

Kasım 10 / 2008
Yazar Simto ALEV
Kategori Sinema, Yorumsal
Yorumlar 2 Yorum

Sinema’da Saw gerginliği..

Bugün SanalCafe‘nin 23. sinema organizasyonunu gerçekleştirdik. Kaç kişinin gelmediğinden listenin son halini görmediğimden emin değilim ama 89 kişilik bir katılımcı listesiyle gittik. İzlediğimiz film de SAW 5‘di. Mesele de burada başlıyor işte.

Saw serisi hepinizin de bildiği gibi, biraz kanlı ve şiddet içerikli bir filmdir. Kabul diyorum, kan tutanı var, midesi bulananı var vs. Ancak bir insan kandan, bir miktar sanal şiddetten ne kadar korkabilir ki? Üstelik bu bir korku filmi değil. Hemen sol yanımda oturan dişi bir arkadaşım filmin daha ilk dakikalarında yüzünü bana çevirdi, elime ani bir hamle yapıp sıkıca tuttu ve sahne sonuna kadar “bitti mi?” deyip durdu. Netekim film boyunca da bu tavrını sürdürdü… Avucumda hala tırnak izleri duruyor. (yok, şaka yapıyorum. o kadar da değil.) Şimdi yine bazı şiddet sahneleri için tavrını kabul edilir varsayacağım.. Yoksa zaten diğer bazı kızlar da bana şiddet dolu gözlerle bakmazlardı. Ancak bu arkadaşım filmin en sakin sahnelerinde bile elimi tutarken, bas sesleriyle senkronize bir şekilde sıkma şiddetini arttırıp azalttı. Nasıl bir reflekstir o yahu?

Gerçekten ilginç buluyorum bu durumu, o yüzden yazıyorum. Yoksa canım arkadaşımı çok severim, keyifle de tutarım elini. Tırnaklasa da canı sağolsun. ((: Ama bir filmde, tamamen sanal olarak bir insanın orasının-burasının kesilip biracık kan akması ne kadar korkutucu olabilir ki? (iğrenç demedim, korkutucu dedim)

Neyse, bu kez girişi yaptım ama araya toparlayıcı nitelikte bir kaç cümle serpiştiremeden film hakkında da bir şeyler yazayım.

Her şeyden önce, yorumum diğer izleyicilerle ortak bir fikir içeriyor. “İlk 4 filmi izlemeyen, izlememeli.” Çünkü tam bir devam filmi. Zaman zaman geçmişten ve önceki filmlerden görüntüler görüyoruz. Bir çok şey de bilinmeyince anlamsız kalıyor.

Film için “beğendin mi?” diye sorarsanız, “evet, güzeldi” derim. İyi vakit geçirdim. Bir miktar gerildim. Ama buna rağmen tatmin olmadım. Film cinayetler, şiddet, kan içeriyor. Ama ilk 2 filmle kesinlikle Jigsaw‘ı katil de olsa savunurdum. Çünkü o cinayet işlemiyor, insanlara ölümle yaşam arası bir seçim şansı veriyor. Yaşamayı seçenlerle yaşamak için bir amaç veriyordu. Jigsaw kurbanlarını masumlardan seçmiyordu. Ve onları öldürmüyor, onlarla bir oyun oynuyordu. Ve bu filmde artık bu amaçtan çok çok uzaklaşıldığını fark ettim.

Flashback nitelikli zaman kaymalarındaki kamera hamleli geçişlerse (ki bu 4. filmde de vardı) anlık da olsa filmden kopup algı bozukluğu yaşamama sebep oldu. Böyle kurgular bazen oldukça can sıkıcı olabiliyor. Zaten böyle bir filmde ihtiyaç da yok ki böyle kurgulara?..

Yaa.. Yaa.. 6. film de yoldaymış..

Ekim 26 / 2008
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden.., Sinema
Yorumlar 6 Yorum

6. Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali

14 Mart – 12 Nisan 2008 tarihlerinde yapılacak olan festivalin bu yılki teması ‘Kadınların Tarihi: İtaat, İsyan, Feminizm”. İtaat etmek kadar isyan etmenin, başka bir hayat düşlemenin yani feminizmin de tarihi olan kadınların tarihinden filmler, kadınların var olma ve direnme hikâyeleri, düşleri… 13 ülkeden 46 film, 6.Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali ile sizlerle…

Festival İstanbul’da 14-22 Mart 2008 tarihleri arasında gösterilecek. İstanbul’da filmler Fransız Kültür Merkezi ve Beyoğlu Alkazar sinemalarında gösterilecek… İstanbul’dan sonra ise festival 28-29 Mart’ta Eskişehir, 4-5 Nisan’da Tunceli ve 11-12 Nisan’da Van‘da devam edecek.

Festivale katılacak filmlerin listesi şöyle:
Devamını oku →

Mart 02 / 2008
Yazar Simto ALEV
Kategori Sinema
Yorumlar Yorum Yok