Bu yazıyı yazmak için epey bir tereddüt ettim aslında. Blogumun hitlerinin büyük bölümü vaktiyle eklediğim “AROG kamera arkası”dan geliyor. Hepsi google araması sonucu. Dolayısıyla bu şekilde gelen ziyaretçiler yazılarımı okumuyor. Muhtemelen bu yazım da benzer şekilde bulunacak ama okunmayacak. Her neyse, başlayalım…
Dün SanalCafe‘nin 25. sinema organizasyonuyla 85 kişi AROG’u izleyip, Taksim Pikap barda bayram arifesi Rüzgar’ı dinleyip dağıttık. Bana da bu aktiviteden A.R.O.G’u anlatmak kaldı.
Her şey aslında filme kadar mükemmeldi. Bir çok yabancı filmi daha çekimleri başlamadan 1-2 yıl önce öğreniyoruz. Film vizyona girene kadar çeşitli dedikodular duyuyor; fragman, teaserlar izliyor hatta posterler görüyoruz. Türkiye’de ise bu süreç 3-5 aya kadar kısalıyor neredeyse ve filme dair çok az materyalle karşılaşıyoruz.
AROG bu bağlamda oldukça başarılı bir film. Film daha ortalıkta yokken Cem Yılmaz’ın yeni film çekeceğini duymuştuk. Sonra teaser ve fragmanlar da geldi; film hala ortada yok. Ancak herkes AROG’u biliyor. Bu ana kadar da gördüğümüz her şey kaliteli. Espiriler güzel ve yerinde. Bir Türk’ün (Arif’in) taş devrinde olduğunu düşünmek en az uzayda olduğunu düşünmek kadar eğlenceli. Bu yüzden tüm bu süreçte film “Beni izle!” diyor. Biz de izledik…
Film reklam için çekilmiş, muhtemelen de sonradan eklenmiş Türk Telekom ve Avea dolu sahnelerle başlıyordu. Filmlerde, bilgisayar oyunlarında reklam görmek çok da sıradışı bir şey değildir aslında. Ancak bir filmin ilk 15 dakikasını “şimdi reklamlar” tadında izlemek de çok sıkıcı.
Reklamlardan sonra da filme karşı bir adaptasyon sorunu yaşadım diyebilirim. Hikaye şekillenene kadar özellikle her şey ardarda dizilmiş skeçler gibiydi. Espiriler her ne kadar Cem Yılmaz’ın tarzını ortaya koyuyor, klasikleşiyor olsa da gülmedim değil. Hatta bir çok espiri oldukça komik. Fakat Cem Yılmaz şakalarını ardarda dizip film yapmış sanki. O sinema bütünlüğü malesef yoktu.
Filmin ikinci yarısı ise, 10dk’lık bir futbol maçı var. (sahne uzunluğu değil, film içinde maç süresi 5’erden 2 devre) Sanki 90 dakika maç izlemiş gibi hisettiriyor ama. Uzamış da uzamış, film böyle bağlanmış, olmamış..
Film’i de sevmedim, yazımı da sevmedim. Gönülsüzce yazmak böyle oluyor demek ki..
Aslında baştan beri bu filmi savunuyordum. Vizyona ardarda girmiş absürt komedilere karşılık emek ve para harcanmış bir filmdi. Cem Yılmaz da espirilerini sevdiğim bir adam. “E daha ne olsun” dedim, daha olabilecek çok şey varmış…