Bloglar Ölüyor Yeni Kral Youtube

AT mı lan o?

Belki Türk blog dünyasının ilk isimlerinden sayılmam ama bu blogda 2008 yılının başından beri, yani 8 yıldan biraz uzun süredir yazıyorum. Bazen yazılarım arasında uzun zaman boşlukları oluşsa da yazmayı hiç bırakmadım. Bundan evvel de başka bloglarda yazıyordum tabii. Bir blog yazarı olarak da her zaman insanlara, özellikle iyi yazacağını bildiklerime bir blog açmaları konusunda hep ısrarcı, elimden geldiğince de yardımcı oldum.

Ancak bugün, blogların tüm neşesini, popülerliğini, yazarlarını hızla kaybettiğini görüyorum. Yerini ise Youtube yayıncılığı alıyor. Benim takip ettiğim, blogum kadar eski çok fazla Youtube kanalı varken, Türkiye’de -birkaç istisna hariç- Youtube yayıncılığının ilk adımları en çok 3 yıl kadar önce atıldı. Herkesin yayıncı olma çabasına gireli ise ancak 1 yıl oldu. Bugün ben günümün birkaç saatini Youtube’da geçirip, sevdiklerime “sen aslında bir Youtube kanalı açsana” diye tavsiyede bulunuyorum. Yani işler değişiyor ve ben direniyorum.

Daha ortalıkta çok fazla yerli Youtube kanalı yokken, ben hem eğlence için hem de gerek mesleğim, gerekse ilgi alanlarım üzerine eğitim almak için Youtube kanallarını takip ediyordum. Saatler süren ücretsiz ve yüksek kaliteli eğitim videolarından çok şey öğrendim. Tek başına kimselerin, bireysel çabalarıyla yürüttüğü kanalların reklam aldığını görünce kıskandım, “bizde neden yok?” dedim. Şimdi bizde de oluşmaya başlarken, hatta epey yol katedilmişken blogların öldüğünü gördüm.

Belki blogların can çekişmesini ve Youtube’un yükselişini ayrı yazılar halinde yazmak daha doğru ama gelen her yeni şey, eskisinden çok şey götürdüğü için bu yazıda iki durumu bir potada eritmenin doğru olacağını düşündüm. Belki devam yazısı olarak takip ettiğim kanalları ve benim neden hala Youtube kanalım olmadığı ile ilgili yazıp, Youtube’un ekmeğini hala blog yazarak yemeye çalışırım. Zaten Youtube’un yükselişinden çok mutluyum. Beni üzen bloglardaki düşüş süreci.

Blogların Erime Süreci

Bu süreçten hem yazar hem de okur olarak hepimiz etkileniyoruz elbette. Bundan birkaç yıl önce her akşam birkaç blog okur, bir sürü blog yazısını okumak için haftasonuna ertelerdim. Google Reader‘da okunmamışlar öyle çok birikirdi ki, bazılarını okumadan atlamam gerekirdi. Şimdi aynı şeyleri Youtube için yapıyorum. Sabahtan akşama abone olduğum kanallarda onlarca içerik birikiyor ve geceleri onlara vakit ayırıyorum.

Tabii bunun tek sebebi Youtube’a olan merakım değil, artık bu denli okuyacak blog bulamamam. 2-3 Günde bir adresini ezbere girip yeni yazılarını kontrol ettiğim bloglar artık yok. Birçoğunu ben bile unuttum. Her gün önüme hiç tanımadığım insanlara ait onlarca blog yazısı düşerken, şimdi nadiren birkaç tane düşüyor. Kimisi de blogu bırakıp medium‘cu oldu. Benim içinde olduğum blog ağında da aktif yazar pek azaldı. Onların da bazıları epey ticarileşti.

Blog Kültürü

Oysa blog yazmak ve blog kültürünün içinde olmak güzeldi, değerliydi. Yerli blog yazarların aktif ve önemli bir bölümü birbirini tanırdı. Herkes birbirinin yazısını okur, paylaşır ve eleştirirdi. Her blog yazısı altında onlarca yorum birikirdi. Sonra bu yorumlar FriendFeed‘e, ordan fa Twitter ve Facebook’a kaydı. Şimdilerde bloglara gelen yorumlar oldukça azalmışken, her Youtube videosunun altında yüzlerce yorum olabiliyor. Tabii izlemenin okumaktan kolay bir tüketim şekli olduğunu unutmamak lazım.

Blog yazarları olarak birbirimizi mimleyerek hem yazmaya teşvik eder, hem aynı konuda farklı sesleri ortaya çıkarır, hem de başka blogların da tanınır olmasına yardımcı olurduk. Okurken bir mimi takip ederek zincirin 15 blog gerisine gitmek mümkündü. Bunun yerini Youtube’da challange‘lar, cross promotion‘lar aldı ama mimlerle aynı tadı vermiyor bana.

Dürüstlük, Güvenilirlik, Tarafsızlık

Başka bir hadise de blogger güvenirliği. Bloglar hem markalar için iyi bir reklam mecrasıdır çünkü blog yazarları markaların test için gönderdikleri ürünleri -ticari bir çıkarları da olmadığı için- dergilerin, gazetelerin aksine artılarıyla, eksileriyle en doğru şekilde anlatır. Aynı şekilde blog yazarları bireysel olarak deneyimlediği ürün ve hizmetleri, markadan bağımsız bir şekilde en net haliyle anlatır.

Sırf bu yüzden birçok okurdan şunun gibi yorumlar alırız: “Bu yazıyı okuyup ürünü aldım, çok teşekkür ederim.”, “bu yazıyı okumadan, her yerde ‘çok iyi’ yazıyor diye ürünü aldım, şimdi çok pişmanım.”

Youtube dünyasına baktığımızda birkaç istisna hariç geleneksel yayıncılığın hüküm sürdüğünü görüyoruz. Hiçbir ürün kötü değil. Hatta kötü bir yanı da yok. Olursa zaten o marka bir daha ürün göndermez. Bazen abartıp işi iyice reklama çevirdikleri de oluyor. Blog dünyasında bu tür durumlar pek yaşanmadı çünkü güvenirliği bir defa sarsılan bloglar bir daha su yüzüne çıkamadı.

Türk Youtube dünyası bu konuda biraz geri kalmış olsa da çok kısa süre sonra sadece dürüst ve samimi bir şekilde ürün özelliklerini saymak yerine deneyim anlatan kanallar ayakta kalacak. Bu arada eskiden aynı ürünün incelemesini eskiden 20 blogda okurken, şimdi belki 3-4 blogda okuyorum. Youtube’da ise ürün tanıtıldıktan 20 dakika sonra 4-5 kanal birden “ön incelemesi ilk kez bizde” diye birkaç saniye arayla ilk videolarını yüklüyorlar. Aferin onlara.

Ürün Lansmanları

Bloglarla marka ilişkisinin bir diğer boyutu da ürün lansmanları. Çeşitli markalar, özellikle teknoloji ürünü üretenler; ajanslar vasıtasıyla ürünlerini tanıtmak için blog yazarlarına özel lansmanlar düzenler ve yukarıda yazdığım kriterlere göre blog yazarlarını davet eder. Bu davetlet blog yazarına güven verir. Demek ki bloguma değer veriliyor hissi yaratır. Özellikle kötü yazma ihtimalini biliyorken ya blog yazarına güveniyorlardır ya da ürünlerine. Bu lansmanların en güzel yanı da sevdiğin yazarlarla birar ada vakit geçirebilmektir.

Şimdilerde bu lansmanlar Youtube yayıncılarının etrafında dönüyor. Son katıldığım birkaç blog etkinlikte az sayıda Youtube yayıncısı da vardı. Onlar hala geleneksel kafada olduğu için daha çok basın lansmanına davet edililirlerdi. Artık Youtube yayıncılarına özel lansmanlar yapılmaya başlanmış. Markaların ufaktan da olsa bu dünyayı keşfetmeye başlaması oldukça güzel. Markaların Youtube’dakilerle daha da çok vakit geçirmesi lazım. Diğer yandan, izlediğim bir etkinlik vlogunda 20 Youtube yayıncısını birarada görünce blog yazarı olarak bir içim burulmadı değil.

Önceki Yazılarım

Durum kabaca bu. Biraz bloglarla Youtube’u karşılaştırmış oldum ama niyetim bundan ziyade kendi bakışımla bir durum tespiti ortaya koymak. Bu yazının doğrudan konusu olmadığından bu yazıda çok değinmedim ama benim açımdan blogların ne kadar önemli olduğunu anlamak için daha önce yazdığım birkaç yazıya gözatabilirsiniz. Daha sonra Youtube’un neden kral olduğundan bahsedip yazıyı bitireceğim.

Ha bir de bu yazılara ek olarak Sosyal Kafa programında, canlı yayında blog yazarlığını uzun uzun anlatmıştım. Onu da Youtube üzerinden izleyebilirsiiz.

Peki Neden Kral Youtube?

Bloglardan Youtube’a geçiş çok da beklenmedik değil tabii. Son 15 yılda nice popüler olmuş yayın türü, servis, uygulama vs. tarih olup yerini yenilerine bıraktı. Medyadan yana baktığımızda önce kullanıcı üretimli içerik siteleri, sonra bloglar ve en sonda da sosyal medya basılı yayıncılığa büyük darbeler vurdu aslında. Gelenekçiler yeni çağa uyamayınca olanlar oldu.

Şimdi sıra televizyona geldi. Aslında geçmişte çeşitli blog yazarlarının vlog denemeleri yok değil. Ancak internet hızları izlemeye izin vermiyordu. Bugün bir nebze yükselen hızlar Adil Kullanım Noktasına rağmen Youtube videolarını izlememize olanak sağlıyor. Yayıncılar ise upload (yükleme) hızına ihtiyaç duyduğu için hala acı çekiyorlar. Yine de yükselen hızlar Youtube’un önünü açmakta ilk adımı atmış oldu. İroniktir, servis sağlayıcılar son zamanlarda Youtube’a erişim hızını kısıtlıyor.

Hızlar artıp, bir ferahlama gelince de Youtube’un aslında bir cennet olduğu keşfedildi. Haberlerde izlediğimiz tuhaf şeylerin Youtube’dan arak olduğunu da  farkettik, çok faydalı içerikler olduğunu da, komikli kedi videolarını da. Bu gazla viral videolar bile çektik.

Bir yandan Türkiye’deki potansiyeli gören yabancı ajanslar bir ellerini de bizim topraklarımıza uzatıp yayıncılarla anlaşmaya çalıştı, diğer yandan “Youtube’dan milyon dolar kazandı” haberleriyle çoluk çocuk demeden herkes Youtube’a sardı.Onlar sarınca çok eski yayıncılar da “durun hele, sizden önce biz vardık” diye kendilerini ortaya koydular. Yuvarlanan kartopu büyürken, “ortam yeniyken ben burdan ekmek yerim” diyen çakallarda yurtdışındaki kanalları bire bir taklit ederek araya kaynak yaptı.

Nihayet bugünlerde Youtube bolca yerli, özgün ve kaliteli yerli içeriğin olduğu bir mecra haline geldi. Aslında eksiği hala çok. Yabancı kanallarda izlediğim birçok alanda ya yayıncı yok; ya da sadece çıkar sağlayacağı fikriyle, ilgi alanları olmayan konularda taklit yayınlar yapıyorlar.

Her şeye rağmen bugün televizyondan, gazeteden, radyodan, sahneden tanıdığımız; Yekta Kopan, Nevşin Mengü, Romina Özipekçi, Bedük, Murat Meriç, Bülent Şakrak, Asım Can Gündüz gibi isimlerin gerçek birer Youtube yayıncısı olması, düzenli vlog çekmeleri ya da program yapmaları gösteriyor ki yeni kral Youtube’dur.

Küresel olarak geriden gelsek de, bugün Youtube’a girip istikrarlı bir şekilde özgün içerik üreten herkes yarın çok kazanacak. Aklınızda olsun. Sonra “neden yapmadım?” demeyin.

Toparlayalım…

Netice itibariyle bloglara ve blog yazarı olmaya ilgi azalıyor ve bu bir blogcu olarak beni üzüyor. Aynı zamanda Youtube’a ve yayıncısı olmaya hızla artan bir ilgi var ve bu da beni bir teknoloji sever olarak, yurtdışında yıllardır gördüğüm içerik ve kaliteyi kıskanan bir izleyici olarak beni sevindiriyor. Youtube’la birlikte dijital yayıncılığın televizyonları tüketmesi içimden sinsi sinsi gülmeme sebep oluyor. Umarım daha uzun zaman Youtube yayıncıları ve blog yazarları birlikte yol alırız.