15 Temmuz kardeşimin doğum günü. 18 yaşını bitirdi. Bu yaşa geldin mi resmi olarak bir bağımsızlık elde edersin. Önemlidir 18 yaş. Biz de bu önemli günü akşamö yemeğinden sonra bir pasta keserek kutladık Cuma akşamı. “Cumartesi de dışarıda bir şeyler yaparız” diye düşündük. Ardından odama geçip dizi izlemeye başladık kardeşimle.
Dizi 60 dakika. Kanalın web sitesinde 3 eşit parça olarak yayınlanıyor. O sırada Twitter’dan bir DM aldım. Dizinin ilk parçası bittiğinde okudum. Arkadaşım benimle birlikte 2 kişiye daha yazmış: “Yarın İstanbul’a geliyorum, görüşelim.” Diye. Dizi bitince cevaplamaya karar verdim. Yani 40 dakika sonra.
Dizi bittiğinde Twitter’a girdim, açılmıyor. Modemi yeniden başlattım, yok. İçimden “yine bir yerde bomba patladı ve yayın yasağı geldi” dedim. Alıştım böyle şeylere. Alışmamalıydım ama alıştım… Hemen VPN açtım, ne olduğunu anlamak için Twitter’a girebildiğimde “darbe olmuş” mesajlarıyla karşılaştım. Ben de salona seslendim: Oha, darbe olmuş!
Köprü kapanmış, tanklar sokağa inmiş, binalar basılmış, polisle çatışılmış. Ne olduysa o 40 dakika içinde olmuş. Daha doğrusu bana yansıması bu şekilde oldu. O 40 dakika içinde de herkes olayı çözmüş: Bu bir tiyatroymuş, FETÖ’nün oyunuymuş, ABD’nin işiymiş, gerçek darbeymiş, orduda bir grubun kalkışmasıymış, hepsi birdenmiş…
Ben bunlara değinmeyeceğim. Hiçbir komplo teorisini değerlendirmeyeceğim ve bir yenisini üretmeyeceğim. Her koşulda canımız yandı. Ucu bize dokunuyor ve belki daha çok acıtacak. Eğer darbe püskürtülmeseydi belki de yaşananlardan çok daha korkunç şeyler olacaktı. Ben biraz bunlar üzerine konuşacağım. Bunca acıya rağmen daha kötüsü olmadı diye şükredeceğim.
O gece, o 40 dakikada bitmedi, sabaha kadar sürdü. TRT’de okunan bildiri, canlı yayında basılan TV kanalları, sokağa dökülen halk, ateş açılan halk, linç edilen askerler, TBMM’nin bombalanması; durmak bilmyen ve birbirine karışan F-16, patlama, helikopter, çatışma, sela, ezan, korna, polis, ambulans, itfaiye, ürken hayvanların sesleri; ölenler, yaralananlar… Kabus…
Yine de umut var. Umut hep var. Onu kaybetmeyin ve sahip çıkın. O umutla darbe püskürtüldü belki de. Ben de ardında kalanlara taze taze bir şeyler yazmak istedim.
Burda mesele aslında ezandan rahatsız olmak değil. Yukarıda saydığım onca sesin arasında en azından biri eksilsin istiyor. Çünkü sesler bile tek başına insana kabus olmaya yetiyor. Diğer yandan, bugün hala tepemden geçen yolcu uçağını duyunca jetler geçiyor diye ürperiyorum. Kedi sesi duyuyorum, kim çığlık atıyor diye korkuyorum. Geçen her sirenli araç başımı ağrıtıyor. Sela ve ezan sesi de birçok kişi üzerinde o etkiyi yaratacak. Bu seslerle o geceki kabus hatırlanacak, sabahındaki zafer değil.
Evet, kafası kesilen asker haberi tartışmasız sahteydi. Ancak askerin linç edildiği birçok görüntü de gerçek. Oysa kısa zaman sonra ortaya çıktı ki bir grup darbeci, rütbeli asker; yüzlerce Eri, hatta daha askeri lisede okuyan 15-16 yaşında çocukları kandırıp sokağa dökmüş. Çatışmalar sırasında olanlar, halka ateş açan askerle yaşananlar bir yana, geri kalan teslim olmuş masum çocuklara saldırmak da çok acıdır.
O çocuklardan biri “ben doğuda askerlik yapamadım” diye ağlıyor mesela. Düne kadar doğuda görev yapan asker kahraman, ölen şehit olurken bugün o asker düşmanımız olamaz. Sapla samanı ayırmak gerek. Zaten o askerler durumu anlayınca teslim olmasaydı hiçbir şey bu kadar kolay olmayabilirdi.
Mesela yukarıda çocuk yaşta, masum, teslim olmuş askeri savunduğum için beni “darbe destekçisi” ilan edebilecek insanlar var. Twitter’dan hedef gösterenler de oldu. Veya ben AKP’li değilim. Dolayısıyla AKP’ye bir desteğim de yok. Ama bu da beni darbe destekçisi yapmaz.
Darbeye teşebbüs edenlerin amacı ve hedefi ne olursa olsun, bu teşebbüs hepimize karşıdır. Darbeler kötüdür. Dolayısıyla hiçbir şartta darbeyi kabul etmek, desteklemek de mümkün değildir. Aksi vatana ve demokrasiye ihanettir. Darbeye karşı olmak için AKP’li, CHP’li, MHP’li, HDP’li, sağcı, solcu vs. olmaya gerek yok. Bu ülkenin gelişimini, huzurunu istemek yeterli.
Şimdi siyasi ya da askeri analiz yapacak değilim. Yeterli bilgim ve tecrübem yok. Komplo teorileriyle hiç işim olmaz zaten. Sadece bir gözlemimi, bana göre darbe girişiminde bulunanların en büyük hatasını paylaşacağım:
Hareketi planlayanlar ve destekleyenler aslında çok da kalabalık bir grup değil. Amaçları hükümetin yerine geçmek (darbenin temel amacı bu, hedef kısmında değilim) ve biliyorlar ki bu hükümet halkın yarısının desteğini aldığı gibi, diğer yarısını da karşısına aldı. Özellikle Gezi ile başlayan süreçte hükümete ve işlerine karşı çok fazla protesto düzenlendi. Gezi Eylemlerine milyonlar katıldı.
Geziciler başta olmak üzere halkın yarısının desteğini alabileceklerini düşündüler ve yanıldılar. Her türlü görüş ayrılıklarına rağmen halkın tamamı demokrasiden yanaydı. Protestocular dertlerini anlatmaya çalışıyordu ama iş iktidarı değiştirmekse, hepsi bunun için sandığın yolunu tercih etmişti.
Bu sonucu da olumlu yorumlamak lazım.
İşin doğrusu ben darbe girişimi sırasında hakın sokağa çağrılmasına da, sokağa çıkmasına da karşı çıktım. Şu durumda bile 200 kadar can kaybettik, 2000’in üzerinde yaralı var. Ola ki daha büyük destekli bir darbe girişimi olsaydı ne olacaktı? Çok korktum ben. Çok korktum gerçekten…
Ertesi sabah, geceden bir video izledim. Askeri tank bir otomobilin üzerinden geçiyor. Tek paletiyle otomobili kola kutusu gibi ezdi hiç zorlanmadan. Öyle bir araç bu tank. Vatandaşlarsa o sırada tanka ellerinde soparla vuruyor. Eğer o asker elindeki tankın, silahın gücünü kullansaydı; emre itaat etseydi…
İşte, onlar olmadıysa umut da vardır.
(darbeye niyetli, sivili katleden askerleri dahil etmediğimi söylememe gerek var mı?)
Bu sorunun cevabı sadece “halk” değil. “Halk sokağa indi, darbe bitti” diye bir şey yok. Darbeyi hep birlikte engelledik aslında.
– Sokağa çıkan halk meydandaki askerleri ne olduğuna uyandırdı, başındakileri korkuttu.
– Evinde endişeyle oturup, sadece Twitter’dan darbeye karşı duran halk da bir o kadar korkuttu ama. Hiçbir yerde halk desteği bulamadı darbe.
– Askerle çatışan asker, askerle çatışan polis de darbeyi yendi.
– Teslim aldığı askere sarılıp, “vurma” diyen kadına “hiş vurur muyum abla, o benim kardeşim” diyen polis de darbeyi engelledi.
Eğer dün terörü protesto etmek isteyen halka bile gaz sıktığı için öfke duyulan polis, darbe için gelen askere “kardeşim” diyorsa umut vardır işte. Lütfen sen de “ama o protestocular rerörö..” diye o umudu çökertme.
Herhalde son bin yılda falan, meclis ilk defa bu kadar tek ses olup ortak bir bildiriye imza attı. Bu sırada yapılan konuşmalarda CHP ve MHP, AKP’yi destekler sözler sarf etti. HDP’nin konuşma metni biraz muhalif söylemler içerse de onların da desteği eksik değildi. Ancak bu birlik için biraz geçti bence.
Sandıktan koalisyon işareti çıktığında, “halk böyle istiyor” dendi parti ortaklıklı yönetim için. Sonra ne olduysa oldu, tek parti iktidar oldu ama mecliste hala 4 parti vardı. Eksik yorumlama da burada işte. Eğer meclise 4 parti girmişse, halk 4 partiden de temsiliyet istiyor demektir. Tüm partilerin meclisteki hareketleri halkın isteğiyle yönlenmeli ve kararlar buna bağlı bir ortak akılla alınmalıdır. Şu ana kadar bunu görebildiğimizi düşünmüyorum.
1) CHP, MHP ve HDP seçmeninin “partim beni mecliste yüzde yüz temsil ediyor, vekillerim benim taleplerimi meclise taşıyor” diye düşündüğünü sanmıyorum. AKP seçmeni için de bu bir miktar geçerli olabilir.
2) Muhalefetin meclise sunduğu istisnasız her şey AKP oylarıyla, görüşülmeden, koşulsuz reddedildi. AKP’nin sundukları da çoğunlukla muhalefetten koşulsuz “hayır” oyu aldı. Oysa konular parti bağımsız konuşulsa, değerlendirilse, oylansa ve tüm halkın talepleri azami ölçüde yanıt bulsa, bu darbe girişimine zaten cesaret edemezlerdi.
Eğer siyasi partiler gereğinde mecliste tek ses olabiliyorsa, umut yine vardır. Bunu sürdürmeyip o umutu söndürecek olan varsa da şimdiden utansın.
Artık her toplumsal olayda gördüğümüz yayın yasakları, her yasak sırasında ortaya çıkan sosyal medya araçlarının yavaşlaması, basının yayın politikasını değiştirmesini sağlayan örtülü sansür hepimizin alıştığı bir durum haline geldi.
15 Temmuz gecesi ise ilk anlarda sosyal medya yavaşlasa da, daha sonra internetin muslukları açıldı. Devlet halka mesajını televizyonlarda Facetime, internette Twitter üzerinden üzerinden iletti. Halk bu kanallardan aldığı mesajlarla sokağa döküldü. Belki de darbeyi engelleyen unsurlardan biri de yayın özgürlüğüdür.
Artık Taksim Meydanı başta olmak üzere hemen hemen hiçbir yerde, hiçbir amaçla toplanamaz olduk. Meydanlara toplanmak suç sayıldı, “toplum huzuru” denildi, “olağan akışı bozmak” denildi, “güvenlik” denildi ama şimdi herkes sokaklarda.
“Aynı şey değil” diyenleriniz olacak. Elbette değil. Diğerleri protesto amacı güderken, bu günlerde bir “kutlama” ve “nöbet” için toplanıyor halk. İkisini mukayese etmeyelim.
Lütfen “Geziciler de şöyleydi, böyleydi, rerörö” diye yorum yapmayın, cevaplarım var:
1) Protesto ve gösteri bir haktır. Barışçıl olduğu sürece yapılır. Öyle olmayanlar aradan ayıklanır.
2) Bugünkü dinamikler farkı ama nasıl ki Geziciler arasına karışan “zararlı”lar varsa, bugün kutlama için havaya ateş açanlar, elinde kesici alet taşıyanlar da o kadar zararlıdır.
3) Olaya sadece Gezi ve AKP protestosu ekseninde bakmamak gerek. Çeşitli anmalara ve teröre karşı eylemlere bile yasak konuldu.
4) Geziye nasıl bir zaman sonra başka gruplar ve provokatörler dahil olabildiyse, bu süreçte sokağa çıkanlar arasına da karışabilir. Bu da pek hoş olmaz.
Aslında, bu başlıkta asıl söylemek istediğim bunlar değildi ama ancak toparlayabildim.
Ben ülkenin büyük meydanlarında ve Atatürk Havalimanı’nda bile bombalı saldırı yaşanan şu günlerde sokakta toplanmaktan yana değilim. Ancak sokakta toplanmak bir haktır. Hayat ve mücadele sokaktadır ve darbenin püskürtülmesinin kutlanması da ardında bıraktığı acılara rağmen makuldur.
Toplanmaları destekliyorum ancak yöntemi eleştiriyorum.
Meydanlarda durmadan tekbir getiriliyor, AKP ile özdeşleşen şarkılar çalınıyor, Erdoğan sloganları atılıyor. Ben bu toplantıda kendime yer bulamıyorum. Bunlara dahil olmak için darbeye karşı olmak yeterli değil.
Bugün sokaktaki hakim grup tarafından çok eleştirilen Gezide, namaz kılan gençleri inançsız gençler koruyordu. Yoga yapan kızların yanında bir abi elini açmış dua ediyordu. Mini etekli ve başörtülü kızlar yanyana durabiliyordu. Türk ve Kürt birbirine sarılıyordu. Gezide Müslümanlarla birlikte Museviler, Hristyanlar, Ateistler de vardı. Gezide her siyasi görüşten insan vardı. Gezinin özü inanın buydu.
Fakat bugünkü toplanmalara yanaşınca görünmez bir duvara çarpıyorum. Üzerinde “Müslüman ve AKP’li olmayan giremez” diyor.
Ne olur herkesi içinize alın. Herkesin katılımına açık bir söylem, bir slogan, bir marş bulun.
Birlikte toplanalım, kutlayalım, nöbet tutalım, birbirimize sarılalım.
Giden canlarımızı birlikte analım meydanlarda; isteyen dua etsin, isteyen mum yaksın, isteyen karanfil bıraksın.
Bir de ne olur şu kornalara sabaha kadar abanmayın ya…
Umarım bundan her parti, her patili, her dindan, her ateist, her sağcı, her solcu, asker, polis, esnaf, bürokrat kendine düşen dersi alır. Umarım particiliği, taraftarlığı bırakır ve birlikte yaşar, ortak akılla hareket ederiz.
Biz birlikte güzeliz, birlikte güçlüyüz. Birbirimize sahip çıktıkça hiçbir darbeden etkilenmez, yıkılmayız.