Başlıktan anlaşıldığı gibi, aslında bu bir haftasonu yazısı. Fakat ancak bugün (Çarşamba) yazabilir hale geldim. Geç yazmamın bir sebebi üzerimden geçen haftasonunun Pazartesi günü de ağrısını sürdürmesi. Diğer sebebi ise Pazartesi ve Salı günü vaktimin çoğunu çalışmaya ayırmam. Geç de olsa tarihimde kalacak bir not birikintisi olarak yazıyorum.

1: yazı oldukça kişiseldir, okumamayabilirsiniz.
2: yazıyı yazarken bile yoruldum. düzensiz, bozuk cümleler ve ifade eksikleri dolu.
3: Bu yazı koşulsuz, diğer bir haftasonu maduru Berk’e ithaf edilmiştir.

Ben aslında planlı, programlı; yanında ajanda taşıyan, randevu defteri olan bir adam olmasam, plansız ve düzensiz yaşamak benim yaşam öğelerinden olsa da, rutin yaşamın getirisi hayatı bir düzende tutmak oluyor. Hangi gün, hangi saatte ne yapacağım plansız da olsa ortalama olarak bellidir. Bunun dışına fazlaca çıktım mı da yorucu olabiliyor.

Bu defa haftasonu için bazı planlar yapılmıştı bile aslında. Ben de buna ayakuydurmaya çalışıyordum. Öyle ki; Cuma akşamı arayıp, “Yarın amcamla kahvaltıya gideceğiz, seni de alalım” diyen kuzenimi bile (son 10 yılda hiç böyle bir görüşme tertiplenmemesine rağmen) reddettim.

Her Cumartesi olduğu gibi, kahvaltıdan sonra, 12.00-13.00 arası dayımı ağırlayacaktım. Saat 13.15’den sonra da Çağatay ile bahçede ufak bir çay keyfi ile biraz iş konuşacaktık. Buraya kadar her şey normaldi aslında. Fakat tam dayımın geldiği saatlerde, Pazartesi yetiştirmek üzere işler üzerime yığılmıştı. Vaktim vardı, sorun değildi…  Derken, bir telefon geldi…

Yunus, Hollanda’dan (bana haber vermeden) gelen Çiğdem’in yarın (Pazar) gideceğini ve beni bugün (Cumartesi) göreceğini, mümkünse Taksim’e geçmemi söyledi. Akşam zaten Taksim’e geçecektim ancak, bu kadar erken geçmem bir kaç saat daha eksik çalışmam demekti. Derken Çağatay da SMS atıp biraz gecikeceğini söyledi. Tüm bu karmaşada işleri Pazartesi’ye ertelemek üzere izin alsam da, yetiştirmenin stresi üzerimden tüm haftasonu gitmedi.

Birazcık geciken Çağatay’la bahçede sohbet ederken, kardeşim MSN’den Berk’in “kaçta geleceksin?” mesajını okudu. O saate kadar evden çıkacağımı Çağatay’a çaktırmasam da, artık dönüş yoktu. Berk’i aradım, (Yunus ve Çiğdem ile) yakındalarmış. “10 dakika içinde hazır olursan seni alırım” dedi. Karşılıklı ok’ler alındı. Çağatay’la görüşmenin iş kısmı bitmiş olsa da, kovar gibi yollayıp; yarı giysimi giyinmeden evden çıktım.

Limon‘un ofisinde Çiğdem’le hasret giderdik, pizza yedik.. Yeni SanalCafe‘nin (çok az kaldı.) eksiklerini tartıştık. Selim’in arkadaşı Burcu’yla tanıştım, sahnesinden başlayarak (tiyatro) oyununu okudum. Rus edebiyatından bir daha sıkıldım. Sahneler de hep kopuk kopuk gibiydi. Bakalım izleyince ne düşüneceğim..

Akşama kadar geçen süre oldukça keyifli olsa da, yarı oranda verimsiz geçti. Akşam Taksim’den Anında Görüntü Şov’a gidişimiz ve yaşananlar da malum. Gece vakti eve dönüp, yazıyı yazmam, ortalığı toparlamam vs. ile neredeyse yatmak için de sabahı buldum.

Pazar günü ise SanalCafe üyelerinde Yılmaz (karanlık)’ın düzenlediği 8. Bowling turnuvası vardı. Düzenleme safhasında pek de aktif olamadığım bu organizasyonu Yılmaz, sabahın birinde (13.00) ayarlamış. Ardından da yine üyelerden Mehmet (doubster)’in doğum günü kutlanacak. Planımda bowlingden çıkıp, doğum gününde biraz vakit geçirip erkenden kaçmak var.

İlk olarak kimse o saatte uyanamadığından, turnuva 2 saate yakın geç başladı. Haliyle, turnuva geç bitince, karınlar acıktı. Doğum günü ertelendi. PatSo7’ye yemeğe gidildi, dönerler yenildi, ayranlar içildi… (:

Doğum gününü kutlamak üzere She-Va’ya geçtik hepbirlikte. İlk katı boştu. İkince hatta bir grup insan parlak ışıklar altında salsa yapıyorlardı. Bizim grup olarak yukarı  çıkışımı şaşkınlıkla izlediler. “Bu saatte terası açamayız” dediklerinde 4. kata çıkamadık. 3. kat, yine 1. kat gibi boştu. Duvarlarda mumdan az aydınlatan bir kaç ışıkta, tek başımıza oturduk. Bir süre sonra bizim için müziği ve sahne ışıklarını açsalar da, yarım saat içinde herkes uyumaya başladı. En azından camları boyamasalardı da içeri ışık girseydi yahu..

Doğum gününü kutlamadan She-Va’dan çıktığımızda yaşadığım şaşkınlığı ise anlatamam. Bir anda gecenin en karanlık saatinden, günün en güneşli anına geçmiştik. Ben içerideyken havanın karardığına sahiden de inanmıştım…

Günün son mekanı, İstiklal’deki Garanti Bankası’nın sokağındaki adını hatırlayamadığım, canlı müzik yapan cafe ile bar arası bir yerdi. Tahmini eve dönüş saatimi çoktan aşınca, hiçbir şey yapmadan oturmaya niyetlensem de; canlı müzik, arkadaşlar, kesilmeyen pasta, arkadaşlar vs. derken; “Belli oldu; bu haftasonundan kurtulamayacağım. Bak keyfine” dedim. Günün ikinci birasını alıp (o yorgunlukla içmeyecektim aslında hiç) kendimi müziğe ve ortama bıraktım.

İşte, uykusuzluk, dolu kafa, stresle birlikte bu kadar eğlence fazla gelip yorsa da, kaçıp gidemedim.

Bu kadar..

Off.. Yazarken sıkıldım..  Bunu okumak da sıkıcıdır ya.. En iyisi boş verin bunu, okumayın. Daha okunası şeyler yazarım ben yine…