Takıntılı olduğum konulardan biri olduğu için, bu yazının içeriğini bir çok yerde sözlü ya da yazılı olarak ifade ettim. Bu yüzden daha önce bir yerde bir başlık altında böyle bir yazı yazıp yazmadığımdan emin değilim. Blogumda yazmadığımı biliyorum ama. (:
Volkan Yılmaz, blogunda “resim değil, fotoğraf” diye haykıran bir yazı yazmış. Ki çok da haklıdıe kendisi. Fotoğrafa resim diyenleri düzeltmek de bende bir refleks olmuştur adeta. Fakat Volkan bu durumdan yakınırken şu ifadeleri de kullanmış:
Resim içtendir, fotoğraf dıştan.
Fotoğraf bakmak, resim görmek içindir.
Resim hayal gücüne dayanır, fotoğraf ise olanla yetinir.
Ben de bu durumu vesile bilip, Sanat’a karşı kendi bakışımı anlatmak istedim. Konu fotoğraftan açılmışken de fotoğraf ile başlayacağım… Burada belirtmek istiyorum ki Volkan sadece düşündüğüm bir yazıya başlamamda tetikleyici oldu. Bu yazı bir cevap niteliğinde değildir. (:
Fotoğraf
Fotoğraf uzaktan bakınca ele bir makine alıp, bir delikten (vizör / bakaç) bakmak ve bir düğmeye (deklanşör) basıp o anı dondurmaktan, anısal bir anlam katmaktan ibarettir. Fotoğraf çekmek son derece basittir. Bak ve çek!.. Tabii ki insanlar bir şeyleri “zannettliklerinde” çok ciddi yanılma payları vardır. Fotoğrafçılığı böyle görenler de yanılıyorlar. Bir fotoğraf çekebilmek için bir çok ayar, terim (iso, white balance, diyafram, enstantane, ışık, renk vs.) hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. İyi fotoğraf çekebilmek için doğru zamanda doğru ayarları yapabilmek gerekir. Bu anolog makinelerde de böyleydi, daha pratikleşse de dijital (sayısal) makinelerde de böyle.
Tabii bahseceğim asıl konu fotoğraf çekmenin ciddiyeti, zorluğu değildi. “Bence fotoğraf nasıl çekilmeli?” “Hangi fotoğraf güzeldir (benim için)” sorularına cevap vermekti. Neyin güzel bir fotoğraf olmadığını söyleyerek başlayayım önce. Güzel bir manzara fotoğrafı, güzel bir fotoğraf değildir. Çünkü manzara dediğimiz şey zaten güzeldir. Onu dondurmak daha da güzel yapmaz. Elbette ki iyi ayarlarla, doğru zamanda doğru ışıkta çekilirse güzelleşecektir. Aynı manzarayı aynı noktadan iki farklı fotoğrafçı çekse sonuç başka olur. Yine de o manzara zaten güzeldir…
İyi bir fotoğraf, bir şeyleri anlatabilendir. Bir kurgusu, duygusu, anlamı olandır. Malesef tekrar ulaşamadığım bir fotoğrafı anlatacağım. Yazacaklarım fotoğrafı kafanızda canlandırmak için yeterli olmasa da beni anlamanızı sağlayacaktır.
Fotoğrafta genç bir kız vardı. Yüzü düşmüş, yere bakan bir kız. Hemen önünde kırmızı, eski (çevirmeli) bir telefon vardı. Ahizesi telefondan biraz uzağa düşmüştü. Bir de oyuncak bir ayı vardı az ötede, cansızdı…
Fotoğrafı görür görmez genç kızın bir ölüm haberi aldığını anlamıştım. Fotoğrafın anlattığı buydu. İki obje, bir model (ve tabii ki etkileyici ışık) ile tek bir karede bütün bir olayı anlatıyordu… (Belki bir gün ben de kurgularımı uygulayabileceğim..)
Bir de “emotional portrait” (duygusal portre) denen bir şey var. Tek bir kare portre ile bir duygu (sevinç, hüzün, öfke, şaşkınlık, aşk, özlem ..) anlatılıyor..
Bir fotoğrafı kurgulayabilmek ve duyguyu yansıtabilmek onu sanat öğesi yapar ve öyle basit bir iş değildir. Diğer bir örnek de pornografidir belki. İki çıplak model fotoğrafını pornografi ve erotizm diye ayıran çizgi sadece fotoğrafçının başarısıdır..
Müzik
Benim için belki de en önemli ikinci başlıktır müzik. Bahsettiğim şey şarkılar değil. Sadece müzik.. Gerçek ensturman sesi olan, birilerinin gerçekten bestelediği ve insanı bir duyguya sürükleyebilen müzikten bahsediyorum. Bir haftada doldurulan albümler, bilgisayardan çıkmış midi sesleri, 8 dakika boyunca kendini tekrar eden 20 saniyelik beat (ritm?) müzik değildir….
Notalar harfler gibidir. Tek başlarına anlamsız sesler. Birleştiklerinde kelimeleri, cümleleri oluşturur. Ve müzik yapmak, şiir yazmak gibidir. Nota dilinde yazılmış bir şiir. Nota yabancı bir dildir. Bilmeden yazılmaz, konuşulmaz. Fakat bu dili anlamak için bilmek gerekmez. Dinlemek yeterlidir.
Müzik beni güldürebiliyorsa, ağlatabiliyorsa, bana bir anımı hatırlatabiliyor ya da geleceğe dair hayal kurdurabiliyorsa, müziktir… Yoksa yalnızca sestir, gürültüdür, 300-500’dür…
Edebiyat / Şiir
Müzik başlığında şiirden söz etmişken ondan da söz edeceğim. İnternetin herkese ulaşması, herkesin blog açması, on yüz bin milyon foruma üyeliğin ücretsiz, forumlarda ve bloglarda kız tavlama girişimlerinin yasal olması, herkesi şaiir yapmıştır. Eskiden bazılarının gizli günlüklerine yazdığı mütevazı şiirler, artık aşkı itiraf etmek, herkese anlatmak, “çok duygusalım ben be kızlar” demek için araç olmuştur. Bu yüzden şiirler artık her şeyi açıkça anlatıyor.
“Aşkım, ben seni çok sevdim,
sen beni terk edip gittin.
Şimdi ben öleceğim,
sen arkamdan ağlayacak mısın?”
Tarzında yazılmış şiirlerin hiçbir edebi değeri olduğuna inanmıyorum. Şiir biraz gizli olmalı. Her şey açıkça anlatılmamalı. Okuyucunun şiirde payı olmalı. Duygular net anlatılmamalı. Çünkü kimse sizinle tamamen aynı şeyleri yaşamıyor. Ancak benzerini yaşıyor. Bu yüzden daha yuvarlak hatlı, çeşitli tasvirler içeren, okuyucunun boşlukları kendi hayatından dolduracağı bir şekilde olmalı. Ve şiir kız tavlamak için yazılmaz…
Resim
Resim başlığını sadece eksik olmasın diye yazdım. Fotoğraf başlığına benzer görüşlere sahibim. Bir şeyi olduğu gibi çizmek büyük ölçüde tecrübe ve teknik bilgi işidir. Güzel bir manzara karşısında güzel bir manzara resmi çıkar. Yeterli bilgisi olan insanlar da bunu çizebilir. Ancak resim kurgulamak, olmayanı çizmek, resmi bir tasvir aracı olarak kullanmak bilginin ötesinde gerçekten yetenek ve bilgi gerektirir. Bu yüzden sürrealizmi çok seviyorum…
Sinema
Sinema tüm saydıkların arasında benim için en önemlisidir. Film izlerken kendimi o dünyanın, o gerçekliğin içinde bulabiliyorum. Karakterle aynı odada oluyor. Bazen de bir karakterin ta kendisi oluyorum. Onun acısına ağlıyor ya da onun güldüğüne gülüyorum. Ve tabii bunca paragraftan sonra tahmin edeceğiniz gibi bana bu duyguları yaşatabilecek filmlere sinema diye bakabiliyorum. 2 saat boyunca sulu espirilerle güldüren ya da çok fazla aksyon içeren, sürekli bir şeylerin çarpıştığı, patladığı filmler ilgimi çekmiyor. İzlediğim film bana bir duyguyu anlatmalı ve dönem içersinde sahiplenmediğim bir duygu olsa da üzerime oturtabilmeli… Tabii sinema zevkimi etkileyen kurgudan yönetmen oyunlarana, görsel öğelerden oyunculara farklı şeyler de var ama konu dışı kaldıkları için söz etmeyeceğim…
———
Bu yazıda seçtiğim başlıklar benim direkt olarak ilgilendiğim konulardır. Yeterince yakın olmadığım için heykelciliği, çeşitli sahne sanatlarını dahil etmedim. Fakat genel görüşüm şudur ki; sanay duyguları ifade edebildiği ve emek harcandığı zaman sanattır.
Ve sözünü ettiğim başlıkların hiçbiri işe profesyonel bağlantım yoktur. Bu yüzden bilmişlik yapıyor gibi gözükmek istemiyorum. Fakat tümü bile amatör düzeyde ilgilendim ve bazı deneme çalışmalarım oldu., tümü hakkında farklı zamanlarda ilgilendiğim için çeşitli alt başlıklarda araştırmalar yaptım. İlgili sanat dallarında söz sahibi insanlarla sohbet ettim. Kısaca kıt da olsa sahip olduğum belli bir bilgi birikiminden de faydalandım ve bunlar sadece birer düşüncedir. Böylesini veya daha iyisini yapabildiğimden değil..
Teşekkürler. (:
boyle bir konuya ne yorum yapsam bilmiyorum ama okudugumu belirteyim:)
bilgisayar orda bir platform dur gene notalar giriliyor. dinlediğiniz çpğu müzik artık elektronik ortamlarda kayıt ediliyor.
Bilgisayar bir platform, ensturman değil. Dinlediğim çoğu müzikteki gitar sesi, davul sesi, piyano sesi, keman sesi.. Hiçbiri elektronik değil.