Ludovico Einaudi, çok geç farkettiğim ve kısa süre içinde hayranlık duyduğum bir besteci. Onun için “modern çağın Mozart’ı” diyorlar. Rock, caz, elektronik gibi farklı türlerden bileşelenlerle bestelediği klasik müzik eserlerine bakınca Mozart’dan çok farklı bir yerde bana göre. Ancak bundan yüz yıl sonra Mozart, Beethoven, Chopin gibi klasik müzik dinleyicisi olmayanların dahi bildiği isimler gibi adının anılır, bestelerinin dinlenir olacağı öngörüsündeyim.
Bu büyük adam, orkestrasıyla (Ludovico Einaudi & Ensemble) dün gece ilk kez İstanbul’da, Zorlu Center PSM’de bir konser verdi. Alışılagelmiş bir medya jargonudur belki ama, doğrusu da bu: Unutulmaz bir konserdi.
Zorlu Center PSM’den, engelli koltuğuna bilet almak için yaşadığım zorlukları yazmıştım. Bunun ertesinde, bayram öncesi, PSM ve Ana Sahne’yi görme şansım oldu. Dün gece de ilk deneyimimi yaşadım. (Bu sırada bilet alma sitesi de iyileştirildi) Ulaşımla ilgili doğrudan Zorlu’yu ilgilendirmiyor olsa da, metro bağlantısında tekerlekli sandalye kullanmak için büyük bir sıkıntı var. (Kısa süre içinde çözüldüğünü duyurmayı umuyorum.)
PSM’ye ulaştıktan sonra ise, tekerlekli sandalye ile hiçbir engele takılmadan hareket etmek, sorunsuzca salona girmek ve kenara köşeye sıkışmadan düzgünce sahneyi izlemek mümkün.
Zorlu Center PSM’den ne kadar çok bahsettiğimin farkındayım. Bu hafta Twitter’dan da soranlar oldu. Şöyle açıklayayım: Tekerlekli sandalye ile neredeyse hiçbir yerde konser, tiyatro vs. izleyemediğim için bu rahatlık beni çok etkiledi. Gelecek performanslar çok etkileyici. Ludovico ile buluşmanın heyecanı da sarınca, netice böyle oldu.
Ludovico ile esas yakınlaşmam son albümü In A Time Lapse ile başladı. Dün akşamki Ludovico Einaudi & Ensemble konseri de bu albüm için düzenlenen turne kapsamındaydı. Konserde albümle birlikte eski parçalarına da yer verdi.
20.00’de başlayacak konser için, Kardeşimle birlikte 19.00 gibi PSM’ye ulaştım. Orada arkadaşlarım Ozan ve Kağan’la buluştuk. 19.30’da kapılar açıldı ve yavaşça yerlerimize geçtik. (Ozan ve Kağan ayrı yerlerdeydi) Herkesin salona girip yerleşmesi, beklenenden biraz uzun zaman aldı sanırım. Konser 20.10 gibi başladı.
Konserin başlamasına çok az bir zaman kala “Merhaba, ben Elif” diye kendini tanıtan biri, kardeşimle bana ilk şarkıda fotoğraf çekmemize izin veren bir basın kartı verdi. Salona her türlü görüntüleme cihazının sokulması yasak olduğu için, kart fiziki olarak anlamını yitirse de; dün geceden geriye kalan mükemmel bir hatıra olarak saklanacak elbette.
Vakit geldiğinde, sahneden kazara çıkmış gibi küçük bir ses geldi. Işıklar biraz karardı. Ve biraz daha. Perde yavaş yavaş yukarı çıkarken, müzikal şölen de başladı. Günlerdir artan bir heyecanla konseri bekliyordum, evet, ama o anki heyecanım çok daha başkaydı.
İlk parçada (Corale), en başında hakkımı kullanarak cep telefonumla 2 fotoğraf çektim. (Birbirinin kopyası 2 fotoğraftan biri yandaki) Sonra In A Time Lapse ve sonra Life… Derken ben koptum. Eser ve isimleri kafamda bir türlü eşleşmedi. Hemen hepsine el ve baş hareketlerimle eşlik ettim, kendimi tamamen kaptırdım ama isimler gelmedi çoğunlukla.
Konser 2 saat kadar, arasızdı. Yine de kendi içinde bölümlere ayrılmıştı. Bir saat kadar süren ilk bölümde Ludovico & Ensemble, izleyiciyi sakince ısıtarak başlarken, giderek çoşkun bir şekilde zirveye kadar tırmandı.
İyi bir konserin, stüdyo kayıtlarının üstünde ve onlardan parklı bir performansla geçeceği açıktır. Ancak bu kadar yükseklere çıkması, Ludovico’nun Ensemble ile böylesine bütünleşip tek parça olması, yaylıların, perküsyonun, gitarın, bas gitarın ve dijital bazı seslerin, Ludovico’nun usulca hareket eden parmaklarından akan seslerle dansı, benim zaten yüksek olan beklentimin daha da üzerindeydi. Muhteşemdi!
Konserin ikinci bölümü ise 20 dakika kadar sürdü. (evet, bölüm boşluklarında saate baktım) Bu bölüm Ludovico’nun solo performansları içindi. Çoşkunun zirveye dayandığı anda Ensemble’ın sahneden ayrılması sersemletici oldu. Ludovico’nun solo performansı ayrı bir büyüleyici olduğu halde, bu ani dönüşüm nedeniyle bir parça da sıkıldım bu bölümde.
Konserin geri kalanını oluşturan üçüncü bölüm, ksilafonların (ya da benzeri enstrümanların) Ludovico’ya eşlik etmesiyle, tam olarak birinci bölümü kapattıkları çoşku sınırında başladı ve yükseldi. Zaman zaman istemsizce güldüğüm, parmaklarımı ısırdığım, kusursuz bir çikolatanın ağzımda eridiği zamankine benzer bir hazla izlediğim konser, Nightbook II ile final yaptı. (Bu parçada violadan beklediğim sesi duyamadım ama çok güzel bir düzenlemeydi. Artık daha fazlası da olamazdı zaten. Olamaz mı?
Daha fazlası ancak bis ile olurmuş. Ludovico yerinden kalktı, sakince sahnenin önüne gelip selam verdi. Orkestra ona eşlik etti ve perde kapanmadan sahneden alkışlar arasında ayrıldılar. Bis yapacakları aşikardı ama buna rağmen salonu terk eden beyaz yakalı müzik yoksulları da yok değildi. Hiç önemi olmadı. Salonda hala 2000’e yakın kişi vardı. Geçen her saniye ayağa kalkanların sayısı, alkışların, ıslıkların, çığlıkların sesi yükseldi; Ludovico & Ensemble bise çıktı.
Şu ana kadar olanları dahi tarif etmek mümkün değildi, ancak kendi deneyimimden sözetmeye çalıştım. Fakat bise çıktıklarında artık zirvenin de yukarısında uçuyorlardı sahnede. Anlatmanın hiçbir yolu olduğunu sanmıyorum.
Daha önce, bilet almak için o kadar çırpınmıştım ki; PSM’den kulise girme imkanım için uğraşacakları sözünü almıştım. Maalesef çok istememe rağmen Ludovico kimseyi kabul etmek istemedi. Ben de şansımı daha fazla zorlamadan evime döndüm.
Nihayetinde, 130 dakikalık kesintisiz bir ziyafetin tadı, şu an bu satırları yazarken hala zihnimde ve muhtemeldir ki hiç gitmeyecek.
aynı duyguları paylaştığımızı gördüğüm için çok sevindim.herkesin ”manyak mısın kardeşim bir sanatçı için taaa istanbul’a mı gidilir?sınav haftası yaklaştı vs.” budalaca söylemlerine inat yüzyılın Mozart’ını dinleme fırsatını asla kaçıramazdım ve konser için günübirlik samsun’dan istanbul’a gelip döndüm.Kuzenime bilet aldırdım beraber gidelim diye ve konserden önce Ludovico’yu hiç dinleme frısatının olamadığını söyledi.ben de içimden kıs kıs güldüm tabi..konser çıkışı ”yarım saat daha çalsaydı,o neydi öyle,büyülendim,bu adamın yaptığı klasik müzikten çok çok daha farklı,çok sesli..” lafları aklımda canlanıyor hala..çok güzel anlatmışsın ve kimseyi dinlemeyip hayatımda bir defa da olsa yüzyılın Mozart’ını dinleyebildiğim için çok şanslıyım,çok şanslısın..konsere gelme şansı olup da gelemeyenler bence çok şey kaybettiler.ayrıca salonda yer yer boşluklar kalması apayrı bir ayıptı bence…olimpiyat yarışı verirken platform kurulan meydanlarımız niçin boşsa o akşam o salon da aynı sebepten dolayı boştu..yazınız gayet güzel olmuş,iyi günler..