Kategori Sinema

[İzledim] Patlak Sokaklar – Gerzomat

Geçtiğimiz hafta bir kargo firması kapıma adıma düzenlenmiş bir FBI kimliği bıraktı. İlk anda “FBI’e katıldım, benim neden haberim yok? Bu kadar mı gizli bu işler?” diye düşündüm ancak kimliğin bir gala davetiyesi olduğunu anlamam fazla uzun sürmedi. Evet, dün geceyi, 16 Mart’da vizyona girecek Patlak Sokaklar – Gerzomat filminin galasında geçirdim.

Patlak Sokaklar beni başından beri heyecanlandırıyor olmasına rağmen, galaya ulaşımın benim için sıkıntılı olmasından dolayı davet eden ajans 41-29‘a ancak  ulaşım sorununu çözersem geleceğimi bildirdim. Onlar ise bu durumu zaten düşünmüş ve yapımcı firma ANS Prodüksiyon ile bir araç ayarlamışlar. Bu sebeple beni evimden alıp, gece boyu eşlik eden Salih, arkadaşım Gülşah ile birlikte ajans ve yapım şirketine açık bir teşekkür ediyorum.

Patlak Sokaklar – Gerzomat galası, bugüne dek katıldığım sayılı galadan en kalabalık olanıydı. Yüzlerce insan arasında tanıdık yüz çok azdı. Buna karşın bir süre sonra gördüğüm her yüz ya tanıdıkmış gibi gelmeye başladı ya da birilerine benzetebilir oldum. Gösterim öncesi kokteyl kusursuz hazırlanmış olsa da, diğer her kokteyl gibi bir saat sebepsiz ayakta durup, sıkılmak içindi. Oysa ben sadece filmi görmek istiyordum. Tabii ki o bekleme sürecinde içtiğim iki kadeh şarap, gördüğüm birkaç tanıdık da o sıkıcılığı örtebildi. Daha önce bir miktar yazıştığım Doğa Rutkay’ın gelip beni tanıması ise gecenin sürprizi oldu.

Her neyse; konuşmamız gereken asıl mesele filmin kendisidir. Hala bilmeyenler için yazmakta fayda var; film Sütü Seven Kamyoncu ile bilinirlik kazanan BatesMotelPro ekibinin bir ürünü. Yedigün içecek reklamı için çekilen 5 bölümlük internet dizisi Patlak Sokaklar, bir anda kendini beyaz perdede buldu. Bu film iki sebeple çok önemli. Devamını oku →

Mart 15 / 2012
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden.., Sinema
Yorumlar 4 Yorum

Okan Bayülgen’le “Doğada Bir Gün”

Geçen hafta Okan Bayülgen’in Doğa Koleji için çektiği 1 saatlik filmin fragmanını Twitter’da paylaşıp, “1 saatlik reklam filmi” diye eleştirmiştim. Ben böyle düşünürken, bir süredir Okan’la tanışmak (engelliler ve medya ilişkili bazı projeler için) istediğimi bilen Berna‘nın da desteği ile filmin geçtiğimiz Perşembe günkü galasına gitmek için davetiye sahibi oldum. Bu sebeple Berna  ve Krombera‘ya da teşekkür etmek istiyorum. (görsel şurdan)

Tabii davetiye sahibi olunca, filmi umursamayıp “Okan’la tanışma fırsatı” diye sinemanın yolunu tuttum. Bu fırsat bana önyargılarımın ötesinde bir belgesel sinema izleme şansını da vermiş oldu. Bu, “reklam” konusundaki görüşümü elbette değiştirmiyor. Bu yazıda hem Okan’la tanışmamızdan, hem de filmden ve Doğa Koleji’nden bahsedeceğim. Enteresandır, bir yandan da beğenimle, bu reklamın parçası olacağım.

Okan’la Galadan evvel Starbucks’da karşılaştık. Yanına gidip sessizce kahvesini hazırlamasını bekliyordum ama o beklemeden eğilerek beni selamladı, hatrımı sordu. Karşılık verip, hemen “biraz vaktini alabilir miyim?” diye sordum. “Bir film çektik de, şimdi oraya yetişmem lazım” derken, sözünü kesip davetli olduğumu belirttim ve yukarıda (sinema katında) buluşmak üzere sözleştik. Devamını oku →

Eylül 10 / 2011
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden.., Sinema
Yorumlar 2 Yorum

[İzledim] Çakallarla Dans

17 Aralık Cuma günü vizyona girdi Murat Şeker’in Çakallarla Dans’ı. Ben de aynı gün 14.00 seansında filmi izledim. Biraz da gereklilikten, farklı bir zamana alamadım izleme zamanını. Haftaiçi, buz gibi havada filme bir parça olsun isteksizlikle gittiğimi söyleyebilirim. Film –Barış Manço – Cacık ile- başladığı andan itibarense neşem yükselmeye başladı. Film aktıkça daha çok eğlendim.

Filmleri yönetmenleriyle takip etmeyi tercih ederim. Bazı yönetmenleriyse özellikle takip ederim. Bir “Kubrick filmi” izlemek başka bir şeydir mesela. Yakın dönemde ismiyle takip ettiğim Türk yönetmenler de var. Onur Ünlü, Ümit Ünal, Çağan Irmak gibi isimler Türk sinemasına farklı bir tat kattılar. Kendi idealleriyle yeni bir yol çizdiler ve gerçekten “Türk filmi” yaptılar.

Murat Şeker de benim böyle takip ettiğim bir yönetmen; Türk sinemasını var eden ve bitişiyle yakın zamana kadar yılda en çok 10-15 film çektiğimiz kısır döngüyü başlatan Yeşilçam kültürünün temsilcilerinden olmuş. Bir yandan Yeşişcam tavrını sürdürüp, bir yandan da günümüz gerçekliğinden faydalanarak ortaya güzel işler çıkarıyor. Devamını oku →

Aralık 18 / 2010
Yazar Simto ALEV
Kategori Sinema, Yorumsal
Yorumlar 2 Yorum

Sinemaya yalnız da gidilir.

Az önce ismini vermek istemeyen bir okuyucumla (VaGa) sohbet ederken Benjamin Button‘u izlemesi için biraz baskı yaptım. (a4 ebatında fotoğraf kalitesinde baskı.. Of of.. O değil de, “ismini vermek istemeyen bir okuyucu” falan, pek havalı oldu.) Arkadaşım da listesinde olduğunu, indirip izleyeceğini söyledi. Film yeni vizyona girdi ve sinemada izlenmeyi hak edecek bir film olduğu için de, “olm git izle işte yarın” dedim. Yalnız gitmek istemediği için reddetti beni..
(İtiraf, ben de illegal izledim ama vizyona girmesini bekleyememiştim.)

Tabii ben burada bir arkadaşımdan bahsettim ama bunun örneklerini çok kez yaşadım. İnsanlar yalnız başlarına sinemaya gitmekten çekiniyor. Ben sinemaya gittiğim zaman 1,5 – 2 saat kadar süreyle karşımdaki perdeye bakıyor, yanımdakiyle sohbet etmiyor ya da poker oynamıyorum. Filmi izlememe ise yanımdakinin bir yardımı olmuyor. (Tamam, sinemaya sığınan ergenleri ayrı tutuyorum ama…)  Tek başına sinemaya gidememe, birine ihtiyaç duyma fikrini anlamıyorum.  Üstelik büyük şehirlerde sinemaya gitmek, raftan bir DVD alıp da player’a bağlamaktan uzun zaman almıyor. Benim evden çıkıp en çok 15 dakikada ulaşabileceğim 3-4 sinema salonu var…

Böyle güzel filmleri kaçırmayın. Hatta inadına yalnız gidin. N’olur, n’olmaz; arkadaşınız kulağınıza bir şeyler fısıldar, dikkat dağıtır. Yaa, yaa..

Şubat 10 / 2009
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden.., Sinema, Yorumsal
Yorumlar 7 Yorum
Etiketler , , , ,

Günaydın İstanbul Kardeş

Günaydın İstanbul Kardeş ATV için 1999 yılında çekilmiş bir televizyon filmidir. Bu film Çağan Irmak‘ın ilk uzun filmidir aynı zamanda.  Çağan Irmak o yıllarda sinema setlerinde usta olmak için çıraklık yaparken, bir yandan da kendi kariyerinin mücadelesini veriyormuş. Ve bir şekilde kendini ıspat etmesi gerekiyor. Bunun için (bildiğim kadarıyla son) kısa filmi Bana ‘old and wise’i Çal‘ı çekiyor. Bu filmini ve Günaydın İstanbul Kardeş’in senaryosunu kapıp ATV’ye gidiyor. “Bu benim işim, bu da çekmek istediğim film. Yapın hadi!” ayarında bir şeyler söylüyor, ve kabul görüyor.

Filmin bildiğim hikayesi budur. Fakat filmi izlediğim yıllarda ne Çağan Irmak’ı tanırdım, ne de sinemaya bir ilgim vardı. Sadece gerçekten beğendiğim ve her rastladığımda izlediğim, her izlediğimde duygulandığım tek TV filmiydi.

Fakat gün geldi ki televizyon filmciliği öldü. Filmler sadece sinema için çekilir oldu diyeceğim ama bu yıllar zaten yılda 3-5 Türk filmi çekilirdi anca. Televizyon filmciliği ölüp, mirasını -bugün bir bölüm süresi ortalama bir sinema filminden kısa olmayan- dizilere bırakınca Günaydın İstanbul Kardeş de yayınlanmaz oldu. (televizyon filmleri kültürünü de ayrı bir başlıkta tartışmak pek hoş olacaktır aslında.)

Ben de o yıllardan beri bu filmin bir kopyasını aradım durdum. Ulaşabildiğim, sinema sektöründen insanlardan çeşitli illegal yollara kadar her şeyi denedim. ATV’den istedim, Çağan Irmak’a ulaşmayı denedim, fakat olmadı…

Dün bir arkadaşım (o bir Neo) güzel bir sürpriz yapıp filmi bulduğunu söyledi. İlgili linkleri verdi. Ben de illegal bir yöntemle de olsa filmime kavuştum. Yıllar sonra bugün tekrar izledim…

Ocak 14 / 2009
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden.., Sinema
Yorumlar 8 Yorum

Sinevidyon’un Konuğu Oldum!..

Son yazılarım sinema üzerine olunca kendimce bir çemkirmiştim. Vakit bulamıyorum, yazamıyorum, her kaçamağım da film izlemek oluyor.  Bu defa öyle olmadı ama, yine sinemadan kopamadım. Fakat bu defa izlenilen de ben olacağım. Çünkü Sinevidyon‘un bu haftaki konuğu bendim. Sinevidyon, Televidyon nedir, Nasıl çekim yaptık, ben neler düşünüyorum, kim bu adamlar? Hepsini anlatacağım ama okumadan izlemek isteyeniniz varsa lütfen şu linke tıklasın: http://televidyon.com/p/608/haftanin-konugu-simto-alev-

Televidyon kendi tanımlarıyla şöyle; “Bir grup kafası bozuk insan televizyonda görmek istediklerini bulamaz, nöronlarına yıldırım düşer ve olaylar gelişir.” Çok da doğru bir tanım. Televidyon isterseniz internetten, isterseniz cep telefonunuzdan podcast olarak izleyebileceğiniz bir tür televizyondur. Teknik olarak tek farkı normal yayın şartlarında gerçek bir televizyondan izlenmiyor oluşu. Televidyon’da Sinemadan web’e, spordan teknolojiye kadar bir çok program var. Benim gibi televizyondan kaçanlar için müthiş bir araç zira içtenler, gerçekler ve televizyonlar gibi ticari değiller.

Sinevidyon ise Televidyon’un haftaiçi her gün bir bölümü yayınlanan sinema programıdır. Programı Özgür Poyrazoğlu ve Ender Ayna (Bu adama da bir site şart) hazırlayıp sunuyor. Bu adamlar Highschool Musical için “bu filmi kimler izlemeli” sorusuna “çoluk çocuk” cevabı verecek kadar da samimiler. Çekinmeden izleyin!

Özgür’le Sinevidyon ve FriendFeed aracılığıyla dialoglar kurmaya başladık. Sonrasında mailleştik. SanalCafe‘nin bir sinema organizasyonuna davet ettim, gelmediler. Oysa ben sinemaya bu denli yakın bu iki adamla tanışmayı çok istiyordum. Özgürle, Ender’in izleyici (cc) olduğu mailleşmeler sürerken Özgür’ün davetiyle SanalCafe’yi anlatmak üzere Sinevidyon konuğu oldum.

Çekim için arkadaşım Yunus’la birlikte çekim saatinden 30 dakika önca Maçka GMaill – Cinebonus sinemalarında olduk. Fakat içeride bir güvenlik görevlisinden başka kimse yoktu!. Bir gün öncesinde aldığım numarasından Özgür’ü ilk kez aradım ama açmadı. SMS attım, cevaplamadı. O an aklımdan geçenleri siz düşünün. :D

Bizden 15 dakika kadar sonra kapşonlu, yağmurdan ıslanmamak için büzülmüş, eli çantalar dolu bir adam geldi. Dik dik baktım. Muhtemelen “kim ulan bu mal mal bakıyor” demiştir. Baktım çünkü gözleri Julien Julien’di. Ve içeri girip soyununca (oha?) anladım ki bu gerçekten Televidyon’un kameramanı Julien Aksoy. Hemen yanına gidip tanıştım. Özgür’ü beklerken Yunus, ben ve Julien arasında ufak bir fotoğraf makinesi sohbeti geçti.

Tam da bu sohbetin üzerine backstage fotoğraflarını çekmek  için arkadaşım Ozan da geldi. Özgür ve Ender hala yok.. Sonra ekipten başkaları geldi. Bunlar hala yok. Assoloist gibiler. Şakası bir yana, çok ciddi bir trafik vardı. Tüm sorun bu. Neyse, çok uzattım, çok sıkıcı oldu. Ya da ben öyle hissettim. Nasıl okunur bunca yazı be? Ben hemen Özgür’ün gelişiyle devam edeyim..

Özgür içeri girer girmez yanıma gelip selamladı, kendini tanıttı. Zaten tanıdığım için direkt “naaber?” dedim. Sonra beni Julien’le vs. tanıştırmaya kalktı. ((: Neyse, ben nasıl uzun zamandır arkadaşımmış gibi direkt “naaber?” dediysem, karşılığını da aynı samimiyette aldım. Netekim tüm bunları kaçıran Ender de geldiğinde aynı şekilde karşıladı beni. Ya da biz onu. (:

Çekim öncesi “ee, ne konuşacaz?” olduk!. Ben dedim “bir hazırlık yapmadım. Rahatım, zaten biliyorum sizi aranızda geyik yapıyorsunuz falan, öyle gider.” O dedi “Biz de ne konuşacağımız için fazla bi hazırlık yapmıyoruz, doğaçlama gidiyor.” “İyi” dedim. “İstersen biraz SanalCafe’den bahsedeyim, öyle girelim.” Özgür’le bu şekilde 2-3 soru cevap yaptık. Julien, Ender, Yunus, Ozan hepsi bizi izliyor. Özgür “e başladık zaten biz programa?” dedi. Gülüşmeler arasında da start verildi, Julien kayıt tuşuna bastı ve pattadanak çekmeye başladık. İzlediğiniz her şey plansız, programsız bir anda çıktı gitti. Özellikle söylemek istediğim şeyse, bölümde ne kadar gülüp eğlendiysek, ne kadar samimi görünüyorsa; bir o kadar da bunun arkasında geçti.

Bu yüzden ben hem bu iki adama beni davet edip birlikte çok iyi vakit geçirmemize, çok fazla eğlenmeme ve naçiz, benim hayatımın parçası SanalCafe’yi anlatmama vesile oldukları için; Hem de Serdar Kuzuloğlu‘na Televidyonu icat ettiği için teşekkür ediyorum..

Kasım 20 / 2008
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden.., Sinema, Yorumsal
Yorumlar 2 Yorum