Neden Youtube Kanalı Açmıyorum?

Dijital dünyanın, sosyal medyanın yeni fenomeni Youtube. Aslında yeni demek çok da doğru değil. İzlediğim birçok yabancı kanal 8-9 yıldır düzenli yayında. Ancak Türkiye’de yeni yeni bir yerlere oturmaya başladı. Ben de artık günüm birkaç saatini Youtube’da video izleyerek geçiriyorum. Doğru kullanıldığında sonsuz bir eğitim ve eğlence kaynağı.

Son zamanlarda ben de iyi içerikler üretebileceğini düşündüğüm birçok arkadaşıma “haydi, sen de bir kanal aç artık” diye baskı yapar oldum. Bildiğim kadarıyla işin inceliklerini anlattım, iyi ya da kötü birçok örneğin neyi nasıl yaptığından bahsettim, onların neler yapabileceğine dair önerilende bulundum. 

Ben artık kaliteli, özgün, kendi tarzı olan; belki eğitici, belki eğlendirici ama Youtube’daki slime, kola+mentos gibi baymış saçmalıklardan uzak içerik üretebilecek herkesin Youtube’da olması gerektiğini düşünüyorum. Birkaç Youtube yayıncısı da şahsen tanıyorum. Birçoğuyla da aramda bir kişilik mesafe var. Ancak tüm bunlara rağmen henüz bir youtuber değilim ve o topa girmek istemiyorum.

İşte bu yazıda, neden Youtube’da yayıncı olmadığımı anlatacağım…

1. Yazının Gücü Başka

Youtube videoları ne kadar popüler olursa olsun, yazılı içeriğe ilgi ne kadar azalırsa azalsıın; yazı her zaman en güçlü iletişim aracı olarak kalacak ve binlerce yıldır olduğu gibi tarihi geleceğe aktaracak. Dijital dünyada, çokça depolama alanına ihtiyaç duyan videoların ömrü belirsiz. Oysa yazı; iz bırakan ve iz tutan iki basit araçla, Dünya eriyene kadar korunabilir. Müthiş bir şey.

Aslında ses, tonlama ve mimikler iletişimin çok önemli bir parçası olsa da iyi bir imla; yazının ses ve mimiklerine dönüşebiliyor. Doğru seçilmiş noktalama işaretleri, cümle yapıları, anlatım biçimleri  ifadeyi güçlendirmenin ötesinde; okuyucuya anlaması gerekeni doğrudan verebilir. Yani iyi bir yazı, ortalama bir okurla buluştuğunda; okur tam olarak yazarın anlatmak istediğine sahip olur. Görsel iletişim çok daha maharetli olsa da, sadece bir kamera karşısında konuşarak bu beceriyi elde etmek zor.

En azından ben yazılı iletişimde kendimi çok daha iyi ifade edebiliyorum ve cümlelere taklalar attırarak eğleniyorum. Fena bir konuşmacı olduğumu da düşünmüyorum. En azından seri düşünüp, anlatacaklarımı iyi bilip, hiç “ee” demeden -genellikle- akıcı bir biçimde konuşabilirim ama yazmak başka…

Tabii bu bir kıyaslama değil aslında. İki çok güçlü iletişim aracı arasında ben yazıyı kıl boyu önde tutuyorum, hepsi bu.

2. “Ne Anlatacağım?” Derdi

Ben anlatmak istediklerimin çoğunu zaten yazılı ortamda paylaşıyorum. 9 Seneye yakın zaman oldu bu blogda yazıyorum. Yerine göre çeşitli düşüncelerimi Twitter’da yazıyorum. Bazen Facebook’u da kullanıyorum. Biraz lafı uzatacaksam ama blog da uygun değilse Ekşi‘de de yazıyorum. 3 Haftadır Tekno Safari‘ye köşe yazıyorum, ilgimi çeken şeyleri Bunlar Hep Bilgi‘de haberleştiriyorum. E daha ne yapayım? Elimdeki tüm içeriği yazıya döküyorum zaten.

Elbette Youtube’da da olmaya özenmiyor değilim. En beceremeyeceğim ama sevdiğim şeyleri en azından denemek içimde olan bir şey. Denemeyi severim. Ancak “yapıyorum işte” demek için de yapmayı sevmem. E anlatacaklarımı zaten yazıyorum. Kamera karşısında boş konuşmak istemiyorum ben. Yazmazsam hiç olmaz! Konsere, tiyatroya gittiğimde fotoğraf bile çekmem. Ayıptır.

Genelde vaktimin çoğu evde geçiyor. Bütün gün iş-güç. Akşam da biraz kendime vakit ayırmaca derken geriye hiçbir şey kalmıyor. Bu durumda Youtube benim için yük demektir. Karşımda bir izleyici olacaksa, benim de ona iyi bir içerik sunmam şart. Tıpkı her yazımla saatlerce uğraşmam gibi…

3. Kamera İletişimim Problemli

Defalarca kamera karşısında oldum aslında. Hem televizyonda, hem Youtube’da, hem de daha Youtube Türkiye’de bu seviyede değilken başka mecralarda. Bazılarını sayacağım: Mesela BJK TV’de canlı yayında yarım saat blog yazarlığını anlattım. Fox TV’de Kelime Oyunu’na katıldım. Taa 7 yıl önce Kim Bunun Sahibi’ne kendimi anlattım. TRT için hazırlanan Eksik Parça belgeselinin bir bölümüne konuk oldum, “başarı“yı anlattım. Ve dahi şu an aramaya üşendiğim, geçmiş yıllara ait birkaç video kaydım daha mevcut.

Bakın; bunların hiçbirinde heyecanlanmadım (sevdiğim bir şeyi anlatmanın heyecanı ayrı), gerilmedim, korkmadım. Hiçbir çekimde neredeyse hiç “baştan alalım” falan olmadı. Takır takır konuştum ve bu konuda özgüvenim yerinde.

Amaaa…

Ne zaman evde kendi başıma kamera açmaya kalksam; konuşamıyorum, dilim tutuluyor. Kendimi salak gibi hissediyorum. Bu halde bırakın Youtube’u; ne Periscope yayını yapabilirim ne de Instagram’a story çekebilirim (reklam). Zaten hiç kendi kendime konuşma huyum da olmadı benim, tüm sesler kafamın içinde. Kendi kendime şarkı bile mırıldanmam. Biri mırıldanırsa eşlik ederim ama. Eşlikçiyim ben.

Mesele tek başına olmakla ilgili değil aslında. Bir makineyi muhattap almak beni rahatsız ediyor. Çok garip bir his ve bunu aşamadım bir türlü.

Sonuç

Yazmayı seviyorum. Youtube’u da seviyorum, üretmeyi seviyorum. Ama yazmayı daha çok seviyorum. Video içerikle çok daha büyük bir kitleye ulaşabilirim. Okumayı seven insan az ama ben yazmayı seviyorum.

Bir de Youtube’a koyacak içeriğim ve yürütecek zamanım yok.

Bir  de beceremiyorum.