Çok zaman oldu aslında evimde ağız tadıyla, aklımı başka yerde bırakmadan film izlemeyeli. Bugün sahip olduğum küçük bir tatil kaçamağı vardı. Ben de akşam saatlerini Polis‘i izleyerek geçirdim.

Filmi (bu hafta vizyona giren) Güneşin Oğlu‘nun yönetmeni Onur Ünlü yönetmiş. Bu yönetmen koltuğundayken izlediğim ilk Onur Ünlü filmi. Zaten Güneşin Oğlu’ndan sonra sadece bir filmi (Çocuk) daha varmış. Yazar olaraksa daha geniş bir filmografisi olduğunu gösteriyor. İzlediğim bu ilk filmiyse oldukça tatmin edici nitelikteydi.

Filmin başrollerinde her zaman takdirle izlediğim Haluk Bilginer ve her haliyle bayıldığım tatlı hatun Özgü Namal var. Ki Özgü şimdiye dek izlediğim filmleriyle iyi bir oyuncu olma yolunda olduğunu gösterdi bana. Tabii Polis’de çok sevdiğim bu iki ismi görünce her şey çok daha keyifli bir hale geldi.

Bu seyir zevkini kimi zaman arttıran, kimi zamansa sıkan şey arka planda film boyunca devam eden salata kıvamında “play list” oldu. Yerli-yabancı farklı türlerde (pop, rap, klasik, jazz vs.) bir sürü şarkı/müzik film boyunca çaldı durdu. Zaman zaman beynimi müziğe karşı izole etmem gerekse de keyifliydi.

Bu keyif anlarıysa filmde “vurucu” tabir edilen 3 sahne ile bölündü. Hem de öyle böyle değil. Özellikle 2 sahnede (ki aşağıda spoiler olarak yazarım bunları) caiz tabiriyle bir “hass..” ifadesiyle donum kaldım. Öyle böyle değil. Acı bir cümlenin ardından duruma 2 saniye süren bir kahkaha atıp, “ne yapıyorum ben” pişmanlığıyla gözlerimi yumup içinden bir ah dedim ki; gözümü açtığımda beni güldüren karakter de aynı pişmannlığın içindeydi. Bana barındırdığı duyguları hissettiren filmleri izlemekten de müthiş keyif alıyorum. (blog’uma bir “keyif” sayacı mı koysam ne?)

Eh, Haluk Bilginer mimiklerinden parmak ucuna kadar oynamış. Özgü’nün hissedilir heyecanı bir başkaydı. Film yeter derecede duygu kattı bana. Yani evet, başlarda da söylediğim gibi oldukça güzel bir film. Ancak takılmadığım hususlar yok değil.

Her şeyden önce kurgudaki çeşitlilik dikkat çekiciydi. Filmin tekrar etmeyen kurgusal öğeleri tek başına göze hoş gelse de bütünlük açısından fikrimce eksikti. Filmin pek fazla tekrar etmeyen bir öğe de filmin başındaki görsel olarak (biraz yapay görünse de) şiddet sahnesiydi. Film boyunca seyrek olarak devam etse de aynı hazzı vermedi. (tabii ki bir Oldboy şiddeti de beklemedim. ) Ve son olarak yeri geldiğinde kötü şarkı söylediğini belirtmekten çekinmeyen Özgü’ye şarkı söyletmek de nedir?

Ve evet, genel itibariyle çokça beğendiğim bu filmi izlemenizi önerebilirim.

** Spoiler noktası **
– Spoiler katilin bahçıvan oluğunu, filmin sonunda Tinanik’in battığını, 6. His’tte .. söyleyip filmin tadını kaçırmaktır. Bazıları için filmde yere düşen bir saç telini dahi söylemek spoilerdir. Spoiler, bir cinayet sebebidir. Aşağıda yazımla bağlantılı 1-2 spoiler var. Filmi izlemediyseniz okumayın, okursanız da sövmeyin. –

 

– Kızın (özellikle torun-dede diyaloğundan soraki intiharı,
– Haluk’un vuruluşu,
– Evde kiralığın kellesinin bulunması,
Beni irkiltip sıçratmıştır.

– Musra Rami’nin Funda’nın evinde dolaşması beim için Bin-jip tadındaydı.
– Bu kadar şiddete meyilli ve her gün adam öldüren bir adamın Cumaları kaçırmaması da Alex’in (Clockwork Orange’daki) içtiği sütleri anımsattı. Eh, farklı filmlerden damakta halan bazı tatları yeniden deneyimlemek de çok güzeldi..

Böyleyken böyle.. Ben yine toparlayıp bitiremiyorum. Bu yüzden yazımı bitmiş sayın, ben içimden devam edeyim…