Son zamanlarda kendimi daha fazla dışarı atmak için fırsat kolluyorum. Hatta daha fazla konser ve tiyatro izleyebilmek için çaba sarfediyorum. Katıldığım etkinlikleri, özellikle sanat ile ilgili olanları da kasti olarak görmemişler gibi paylaşıyorum. Hatta artık katıldığım ve katılacağım etikliklerin bir listesini de açık ortamda tutmaya başladım.
Aslında sayıları bana kalırsa çok fazla değil; hatta az. Buna karşın gören birkaç kişiden “valla benden çok geziyorsun” şakasını duydum. Ben de buna cevap verme bahanesini kullanarak, benim için bu etkinliklerin önemini anlatmaya karar verdim.
Öncelikle neden bu ara daha çok sanat etkinliğinde bulunduğumu yazayım: Blogumda defalarca dile getirdim; Türkiye’de bir tekerlekli sandalye ile yaşıyorsanız, film, konser, tiyatro, dans vs. izleme şansınız neredeyse hiç yok. Bunun bilinciyle de her zaman bu etkinlikleri yakın takip etmekten kaçtım. Şimdi, bir elin parmakları kadar mekanda kendime yer bulabilir oldum. Gerçek manada “benden daha çok gezen” arkadaşım Ozan Eicher, (Ozan’ın da listesi var) ve kardeşim Nur Aydoğan ve dahi bu birkaç ayda tanıştığım kişiler katıldığım etkinliklerde yanımda oldular. Yoksa ki zaten “bu kadar” geziyor olmayacaktım.
Şimdi, bu -veya benzeri bir- cümleyi kurmuş arkadaşım, sen de okuyorsan alınma. Sana değil bu yazı. Ama senden çok gezmemin sebebi aslında senin hiç gezmemendir. Yoksa izlediğim bir konser, bir oyun senden çok olamaz. Böyle düşünen varsa, ya evde tembellik ediyordur ya da köleliği göze almış bir biçimde işine odaklanmış, ofis masalarında acı kahvelerle ayakta durmaya çalışıyordur. Öyle düşünüyorum; çünkü mazeret bulamıyorum.
Mesela mazeret para ise, en son izlediğim konser için 10 lira bilet ücreti ödedim. Sahnede çok önemli müzik adamları vardı. Gittiğim konserlerin bazıları ücretsiz. Tiyatro desen, en çok 20-30 lira karşılığında bağımsız tiyatrolarda, 10 lira civarına Devlet ve Şehir tiyatrolarında oyun izlemek mümkün. Yani 2 öğle yemeğinde biraz ölçülü davranıp ayda bir konser izlemek mümkün.
Elbette daha pahalı seçenekler var. Ekim ayında Ludovico Einaudi İstanbul konseri için 200 lira para ödedim. Bunun karşılığında 2 gün değil, 1 ay aç kaldım. Ancak bu kadarı kişisel tercihtir. Hatta istisnadır. Bir daha gelir mi kim bilir? Netice itibariyle pahalı bir iş değil bu.
İş güçse mesele, tercihimi yetecek kadar kazanacağım ama kendime zaman ayırabileceğim işlerden yana kullandım. Böylece az para, çok zaman kazanabiliyorum.
Üstelik; benim hazırlanmam, önce tekerlekli sandalyemi birinin (genellikle kardeşim), sonra beni birinin beni (genellikle annem) 1 kat aşağı indirmesi, benim rahatça yerleşmem ve bunların tersi başlı başına zaman alan ve yorucu olan birer ritüel. Ulaşımdan hiç bahsetmeyeceğim bile. Daha önce okumadıysanız “Engelliyim” kategorisinde çeşitli yol maceralarımı okuyabilirsiniz. Herkesin kendine göre başka sıkıntıları olabilir. Ama aşılır. Bugün aşmazsanız, yarın hiç olmayacak.
Demem o ki sevgili okur, canım arkadaşım; bu işin mazereti yok. Faydası ise çok. Sen de katılabilirsin buna. Benim amacım “gezmek-eğlenmek” değil, beslenmek. Büyümek, doymak, sosyalleşmek… Çünkü asıl mevzu o aslında ama önce koşullardan bahsetmek yerinde olacaktı. Benim bu etkinliklere katılma sebeplerim şöyle:
Katılacağım etkinlikleri ilan etmemin bir sebebi bile bu. Bu duyurular, “ay hiç görüşemiyoruz, çok özledim” diyen arkadaşlarıma, beni bir şekilde internetlerden bilip de “tanışmak istiyorum” diyenlere açık davettir. Ayrıca katıldığım etkinliklerde genellikle hem sahnedeki, hem izleyici tarafındaki kimselerle sohbetler ediyor, yeni arkadaşlıklar kurabiliyorum.
İzlediğim oyunlar (şimdilik neredeyse sadece Gri Sahne‘de, tiyatrolara erişimim gerçekten büyük sıkıntı) felsefi ve edebi derinliği olan, biçimsel bir şekilde ortaya konmuş, sanatsal gücü ön planda oyunlar. Konserlerinse önemli bir kısmı caz ve klasik müzik. Bu biraz kasti, biraz da tesadüfi bir sonuç.
Ancak hem çok sesli, bir anlatı niteliği de olan, teknik olarak tam olarak “müzik” dinleten, doğaçlaması bol konserler ve kafayı her an meşgul eden oyunlar, beynimdeki nöron sayısını ve bağlantılarını hızla arttırıyor. Yaratıcılığı arttırıyor. Düşünme kabiliyetimi geliştiriyor.
Mesela bu süreçte bir tiyatro oyunu yazdım. Bir süredir ikinci bestem için çalışıyorum. Bu denli amatör bir ürüne “beste” demek utanç verici olsa da; değişen algımla bir öncekine nazaran daha tutarlı ve teknik olarak hakimiyeti daha yüksek ilerliyor.
Daha önemlisi; bir süredir yatağa yattıktan sonra sabaha kadar debelenmeden uyuyabiliyorum.
Tiyatro, dans gibi performans sanatlarında sahnede seyretmenin öneminden bahsetmek çok da gerekli değil herhalde. Bu sanatların doğası yerinde izlemeyi, performansçılarla göz göze, soluk soluğa olmayı gerektiriyor. Ben ayrıca “ekranda göründüğü kadarını” değil, performansçıların tüm bedenini, geri planda kalan her detayı özenle izlemeyi seviyorum. Orada oluşan dünya bambaşka.
Müzik dünyasında kurallar belki çok da öyle değil; müzik plak, kaset ya da CD gibi medya araçlarından dinlenebilir. Hatta artık bunlara dahi gerek yok. Buna rağmen konser izlemenin önemi bambaşka.
Her şeyden önce ses kalitesi: Eğer iyi bir yatırım yapıp uygun bir düzenek kurmadıysanız ortalama bir salondaki kadar bile iyi ses duyamamanız mümkün. Hele Youtube’da 480p videolarla veya 128 Kbps mp3’lerle müzik dinliyorsanız mümkün değil güzel ses duymak. Oysa ben kulağımla her enstrümanı filtreleyip solo dinlemeleri bile severim.
Daha önemlisi sanatçıyı izlemek. Enstrümanistin, piyanonun tuşlarına, kontrbasın veya gitarın tellerine nasıl dokunduğunu görmek, her parmak hareketini dikkatle takip etmek; bateristin, bageti tutuşundan, pedala basışına kadar her anını izlemek ve mümkünse bunları birden çok enstrümanı temiz bir görüş alanında tutarak yapmak bana büyük bir haz veriyor.
Üstelik aynı enstrümarı çalan farklı kimselerin ellerini kullanışları, enstrüman üzerinde hareletleri, ona tutunuş biçimleri, kullandığı teknikler, mimikleri, beden dilleri tamamen farklı ve ayırt edici özelliklere sahip oluyor. (Vokaller dahil) Bunları canlı izleyip keşfetmek de fazladan puan hanesine yazılıyor tabii ki.
Yani tüm bunları özetleyecek olursak; çok para harcamadan, büyük imkanlara sahip olmadan, kendimi beslemek, geliştirmek, zihnimi açmak ve sosyalleşmek için az sayıda etkinliğe katılıyorum, fazlasını yapmak için gayret ediyorum. Sen de gel, birlikte gezelim.