Eğer çalışan biriyseniz muhtemelen siz de her gün işe gidip gelmekten, günlerinizin ölmesinden, dinlenememekten ve daha bir çok şeyen şikayet ediyorsunuzdur. Pazartesi sendromuna tutulup hafta sonunu iple çekiyor ve daha şu saatten (14.03) eve gitmenin hayalini kuruyorsunuzdur. Biliyorum, işten kaçtığınızdan değil; evinizde olmak için…
Fakat engelim nedeniyle evinde çalışması gereken biri olarak asıl zor olanın evde çalışmak olduğunu savunuyorum. Geçerli sebeplerim de var. (:
Yatağım ve çalışma masam arasında 2 metre mesafe yok. Yataktan kalkıp masama, masamdan kalkıp yatağıma geçebiliyorum. Yatağım karşımdayken kendimi bir çalışma odasında, iş ortamında değil; yatak odasında hissediyorum. Nitekim burası bir yatak odası! Yatağım da sürekli beni çağırıyor.
Sadece oda değil, bütün gün evde olduğumun farkındayım. Çünkü ev haklı sürekli ev içinde dolaşıyor, konuşuyor, tartışıyor, misafir ağırlıyor, televizyon izliyor. Bitmiyor… “Ben evdeyim” düşüncesi çalışma şevkini kırdığı gibi, eve ait öğeler iş yapmaya engel olabiliyor.
Geçenlerde Özgür‘le yeni projeleri (hayhuy.com -şifre için FaceBook grubuna üye olun.) hakkında konuşurken, bu meseleden de söz edildi. Özgür, “Mesela Ender şimdi …’ları düzenliyor” dedi. Cevapladım; “Senin karşında Ender …’ları düzenliyor, benim karşımda annem temizlik yapıyor.” (Ender’in o an yaptığını spoiler olmasın diye yazmadım.)
Tabii bu engeller karşılıklı sayılır. Annem yaptığı işle, kardeşim ödev sorusuyla, dedem huysuzluklarıyla işimi bölerken, bir de evde yaşama koşulları vardır. Sabah kahvaltı ederken, bir lokma yiyip annemi yalnız bırakarak odama kaçamıyorum. Öğle yemekleri kardeşim de okuldan gelip katıldığı için daha geniş bir ritüel oluyor. Tüm aile yenen akşam yemeklerinden, çay keyfinden, tatlısından söz etmiorum bile!
Ben tüm bunları yazarken bile benzer olaylar sürüp gitti. Yazımın ilk sözcüğünü yazdığım anda annem mutfak robotunu çalıştırdı. Aynı sırada gelen TV sesinde Ece Erken ve Kolbastı vardı. Az önce de annem yaptığı pırasa köftesi’nden getirip, “bak bakayım nasıl olmuş?” dedi. (yazım bitince tadacağım. (: )
Meselenin ev boyutunun yanında bir de iş boyutu var. Bazen mail’leşirken yaşanan ufak bir yanlış anlaşılmadan küçük bir iş 1-2 gün sürünebiliyor. (Daha yeni yaşadım, “ana sayfaya” ibaresi olmadığı için, değişikliği daha ilgili bir sayfada yaptım dün. Bugün gelen mail’de “Ana sayfaya şunu yapacaktın, neden yapmadın” yazıyordu. Bakın, gitti 2 gün boş yere) Tamam, bu sık olmuyor ama oluyor. İletişim bir çok defa kısıtlanıyor iş yaptığım kişilerle, üstlerimle…
(Dayanamadım, yedim köfteyi. Çok lezzetli be.)
Bir de benim her gün yapmam gereken rutin işlerim yok. Ama her an ufak bir iş, bir problem, ya da proje çıkabilir. Her an tetikte olmaya çalışıyorum. Evde olup da sürekli mail kontrolü yapmak, uyanır uyanmaz bilgisayarımı açıp “acaba bugün işim var mı?” demek zor geliyor. Ortalama bir iş yerinde her zaman yapacak bir iş vardır oysa. Ortalama bir yoğunlukta da ofisten ayrıldınız mı işiniz biter. “Bu zaman dilimi iş için, bu zaman dilimi ev için, bu da kendim için” diye ayrışır. Benimse mail geldiği her an işim vardır. Mail gelene kadar işim yoktur ama -özellikle mesai saatlerinde- mail gelene kadar geçen sürede işim olmasa dahi o süre çok da benim değildir…
Bu nedenlerle emin olun ki evde çalışmak sanıldığı gibi keyifli değildir ve iş verimini düşürür…
Evde çalışmak zordur…