Yoğun geçen günlerimi sonlandırıp, huzu ermeme az kaldığını düşündüğüm şu günlerde blogumu bir sinema bloguna çevirmiş gibi hissettim kendimi. Eğer daha gerçek bir yaşama dönmeyi başarırsam yine yaşamıma dair bir şeyler de paylaşmak istiyorum elbette. Bugünse yine büyük bir kaçamak yapıp vizyonun olaylı filmi Mustafa‘ya gittim. Eh, hakkında iki laf da ben etmesem eksik olurdu, değil mi?

Yukarıdaki paragrafta her ne kadar film desem de bu bir belgesel sineması. Bugün film arasında salonda dahi “aa!! ben bunu film biliyoduuaam” sözlerini duyunca, her şeye rağmen vurgulanması gereken bir ayrıntı olduğunu düşündüm. 3.  Haftasına rağmen hala gidememişseniz, lütfen belgesel izleyeceğinizi bilerek gidin.

Mustafa yanlış bilmiyorsam Türkiye’nin ilk belgesel sineması. Yani sinema için çekilmiş ilk belgeseli. Yanlış biliyorsam da lütfen uyarın. Ve hem bir ilk (Can Dündar‘ın belgesel tecrübeleri olmasına karşın) hem de bir belgesel olarak değerlendirdiğimizde, beni tatmin edecek derecede seyir sevgi veren bir eserdi. Görsel öğeleri sinemaya yakışacak güzellikteydi. Her ne kadar özellikle aksiyon filmlerinde üst düzey efektler görmeye alışık olduğumuzdan bunları hafife alabilecek de olsak; basit ama emek harcanmış, kusursuz efektlerle karşılaştm. Filmdeki fotoğrafik öğelerse “caba” hanesine çoktan yazıldı. Çünkü bir çok görüntü (benim için özellikle silüetler) iyi birer fotoğraf karesiydi aynı zamanda.

Görüntüye eşlik eden müzikleri Goran Bregovich yapmış. Film vizyona girmeden www.mustafa.com.tr ‘de dinlediğimiz müzik ve daha fazlası belgesel boyunca görüntülere eşlik ediyor. Siteyi bir kenarca açık bırakıp tekrar tekrar bu müziği dinlemiştim.

Her neyse, aslında niyetim tartışmalara karşı bir iki cümle de fikrimce söyleyip, susmaktı. Bu ne olursa olsun Atatürk için yapılmış ilk film. Her şeyden önce bu bir cesarettir. Çünkü şüphe duymuyorum ki bugüne kadar böyle bir film çekilmediyse sebebi cesaretsizliktir. Ben umuyorum ki bir gün Atatürk için belgeselin çok uzağında yarı otobiyografik, savaş sahneleriyle dolu bir film de yapılacak. Mustafa belgeseli de aslında bir anlatıcının dilinden, sesinden benzeri bir şeyi yapıyordu. Mustafa belgeseli Atatürk’ün hayatını anlatıyor. Haliyle özel hayatından da parçalar içeriyor. Ancak sanıldığı gibi özel hayatına odaklı değil.

Özel hayatına dair olan bölümlerde ön sıralardaki eleştiriler Atatürk’ün kadın düşkünü ve alkolik olduğu yönündeydi. Tabii ki burada “Eh, Atatürk de insandı ama. Tabii kadınlarla da ilgilenecek, içki de içecek.” cümleleriyle başlayan, “Atatürk masal kahramanı değildi. Kanlı canlı bir inan, bir o kadar da gerçek bir kahramandı” temalı paragraflar da yazabilirim fakat lüzum da yok. Netekim belgeselde alıntı olarak karşımıza çıkan sözleriyle de Atatürk “Ben de insanım” diyor. Fakat belgesel Atatürk’ün eleştirilen özel hayat alıntılarından aslında öyle kısa notlarla bahsediyor ki, tartışmalar nereden çıkıyor anlamıyorum. Henüz gençlik yıllarında bir adamın, bir kadını sevip ona mektup yazması oysa ne hoştur. Bu Atatürk’ü duygusallığıyla benim gözümde yüceltir. Ha keza duygularını bir kenara bırakıp, cumhuriyeti kuran bir adam ancak takdir edilir.

Ben belgeseli izleyip, çok takacaksanız şu 2 mektup sahnesi, bir rakı alıntısını es geçip; kalan zamanlarda anlatılan Atatürk’ün nasıl bir adam olduğunu, kısa zamanda ne işler başardığını kavrayın. Bu cumhuriyet ilkokul kitaplarında yazılan “Atatürk düşmanı denize döktü” cümleleri gibi kolayca kurulmadı. İşte Can Dündar da Atatürk’ün ne zor bir yaşantıdan gelip cumhuriyeti kurduğunu anlatmış.

Atatürk’ün zor yaşantısının ise, ölene dek sürdüğünü gösteriyor bu belgesel. Atatürk’ün günde 3 paket sigara, 1 şişe rakı içtiğinin söylendiği günlerde Atatürk cumhuriyeti çoktan kurmuş ve devrimlerini tamamlamıştı. Bu günlerde ise derin bir yalnızlığa düşmüş ve bunu kendi sözleriyle ifade etmiş. Eğer Can Dündar’ın anlattıkları gerçekse (ki hiç şüphem yok) Can Dündardan önce kendimizi eleştirmeliyiz. Öyle ki; değil ölümünün 80. yılı, o daha ölmeden birilerince unutulmuş. Bırakın belgeseli eleştirmeyi de, onun istediği gibi, “onu hatırlayınız…

Ve son olarak, boş verin Türk sinemasına desteği falan. Gerekirse illegal olarak temin edin, ama bu belgeseli izleyin. Bunu önemseyin. Çünkü önemli…