Arkadaşım Yunus‘un tavsiyesi ile, ondan ödünç alarak okudum bu kitabı. Aslında anı, günlük gibi kişiye özel yazıları okumaktan çok da hoşlanmam. Ancak her zaman bir merak duygusu beni okumaya itebiliyor. Tek taraflı yazılmış, geçmişi ve geleceği gizli kalmış anı parçacıkları, hiç tanınmayan isimler oldukça sıkıcılaşabiliyor.
Murathan Mungan’ın bu kitabı (paranın cinleri) ise bir anı kitabından çok bir edebiyat eseri belki de. Hayatının farklı bölümlerinden aldığı bir kaç yaşam parçasını güzelce yoğurup, kendini okutan bir şekilde okuyucuya sunuyor. Benim de kitabı beğenme sebebim budur aslında. Murathan Mungan’ın (yazdıklarıyla) hayatı neredeyse hiç ilgimi çekmedi doğrusu. Ama okudum, okutturdu. Gördüm ki tamamen kişisel anılarla bile edebiyat yapılabiliyormuş. Heyecanlandım. Yazma arayışlarına geçtim. Hatta belki de başladım…
Taksim’de Bir Ben başlıklı yazımda, ilginç geçen bir günümü paylaştım. Çok keyif alarak olmasa da daha önce yazınsal olarak bazı anılarımı farklı yerlerde “aktarmıştım” aslında. Fakat bu defa bir anımı daha edebi bir forma sokma çabasıyla yazdım. Ne kadar başarılı bilmiyorum aslında objektif bakınca. Ancak içime sinmedi değil. İlginç bir deneyim oldu benim için.
Yazmayı çok seviyorum. Bazen sırf okunur olmak için kısa kesmeye çalışıyorum yazılarımı. Bu da toparlamamı güçleştiriyor. Fakat yazmayı, Türkçe’yle oynamayı, cümlelere taklalar attırmayı, bilgim yettiğince edebiyatla oynamayı ne kadar sevsem de, kurmaca hikayelerde pek başarılı değilim. İşte bu noktada Paranın Cinleri benim için yeni bir heves güzergahı oldu belki. Bu yolda devam etmeyi deneyeceğim. Kendim için bir şeyler yazmak benim için yetmez oldu. Onlarca, yüzlerce kişi yazılarımı okusun istiyorum. Beğenmelerini beklemiyorum, sadece okusunlar ve ben bunu bileyim. O zaman yazmaya dair heyecanım daha çok anlam kazanacak işte. Ve ben arsızca en olmadık şeyleri bile kendi dilimde, edebiyattan yoksun bırakmadan hoş süslemelerle ama abartmadan yazacağım.
Murathan Mungan’ın babası (Mungan henüz çocukken) hapisten çıktığında büyük bir konvoy yolunu kesip karşılıyormuş. Eve geldiklerinde ise bir grup gazeteci fotoğrafını çekmek için herkesi oradan uzaklaştırıyor. Mungan’ı da. O ise babasıyla aynı karede yer almak, fark edilir olmak istiyor. Ama gururlu da! Salondaki diğer kapıdan arka odaya geçiyor. Odanın kapısı, babasının hemen sağında. Ama gururlu ya, orada kendini göstermeyecek! Defterinden bir beyaz sayfa koparıp, kapının camına yapıştırıyor. İşte o fotoğrafta Mungan’ın babası ve bir beyaz sayfa var. O sayfadaysa Murathan Mungan’ın kendisi, gururu, fark edilme çabası var…
Hikayenin sonundan bir grup cümleyiyse aynen aktarmak istiyorum:
“Bütün fotoğraflarda babamın yanındaki kapının camında o boş, beyaz kağıt görülüyor: Gizli Ben
Oradaydım. Babamın yanı başında.
Kâğıdı öne sürüp, kendimi geri çekmemin işaretinde, sonraki hayatıma ait bir metafor bulmak mümkün elbet.
Görülmek uğruna, yıllardır o boş beyaz kâğıda yazıyorumdur belki de…”
Bense bugün; bu yazımda kendi boş kağıdımı doldurup ortaya koyuyorum.
Okuyor musun beni?