Etiket: blog

Sosyal Medya’ya başlarken

Son birkaç aylık dönemde, bazı arkadaşlarım elindeki iş için “sosyal medya”ya girme kararından bahsedip, benden fikir almaya çalıştı. Her birine de bilgim yettiğince, “social media for beginners” tadında anlatmaya çalıştım. “Nasıl daha çok takipçi kazanırım” sorularını yanıtladım. Şimdi “sosyal medya nedir” sorusunu pas geçerek ve o saçma “sosyal medya uzmanı” etiketine sahip olmadan, arkadaşlarıma ilettiklerimi burada da yazacağım.

Peşinen söylüyorum, bu yazıyı okuduktan sonra markanızın takipçi sayısı pik noktasına erişmeyecek. Burada kampanya kurguları önermeyeceğim. O zaten markaya özel tasarlanması gereken bir meseledir. Yalnızca, bugünün en popüler sosyal medya araçlarının birer aktif kullanıcısı olmadan “benim markam neden takip edilmiyor” deyinlere, başlangıç bilgileri vermeye çalışacağım. Fazlası hiç değil… Aşağıda yer alan bilgiler yalnızca benim tecrübe ve gözlemlerimin bir yansımasıdır. Rahatlıkla “Olmaz o öyle!” diye haykırabilirsiniz.

Öncelikle kabul edilmesi gereken şey, sosyal medya denen olgunun, Facebook ve Twitter’a eşit olmadığıdır. “Bookmarking”, video paylaşım siteleri, bloglar, slayt paylaşım siteleri, forumlar, soru-yanıt siteleri, hayat akışları (life streaming) derken onlarca kola ayrılıyor ve en nihayetinde internete eşitleniyor. Yine de hiçbir mecrada şu an için Facebook ve Twitter’da olduğu kadar ekmek yiyemeyeceğiniz açık. Sadece bilin ki; Twitter kullanarak sosyal medyada var olamazsınız. Devamını oku →

Şubat 28 / 2011
Yazar Simto ALEV
Kategori sosyal medya
Yorumlar 3 Yorum

Küçük Aptalın Büyük Dünyası

Blogumda bir kitap kategorisi olduğu halde kitaplardan pek söz etmiyorum. En büyük sebebi de yeterince okumuyor oluşum. Bugün ise okumak bir yana, henüz çıkmamış bir kitaptan, Küçük Aptalın Büyük Dünyası‘ndan bahsedeceğim.

PuCCa‘nın yazdığı bu kitaptan bahsetmeme sebep ise, birkaç sebeple önemli bir iş olması. Kitabı tanıtmaktan ziyade de önemli kılan detaylara değineceğim. Fakat peşinen söyleyeyim, kitap uç bir durum yaşanmazsa 1 Haziran’da, yaşanırsa da Haziran’ın ilk haftası satışta olacak.

(Yukarıdaki resim kitap kapağıdır, tıklarsanız büyür.)

Kitap önemli çünkü bir “blog yazarı”nın bir “kitap yazarı”na olan tamamlanmış yolculuğuna emsaldir.  Üstelik -bilgimce-  Türkiye’deki ilk emsaldir.

Okuyan Us Yayıncılık ve başındaki güzel adam Cem Mumcu, tematik kitaplarına Dizüstü Edebiyat adında yeni bir seri eklemeyi düşünmüş. Dizüstü Edebiyat serisi, başarılı blog yazarlarından bazılarının yazdığı/yazacağı kitaplardan oluşacak. Ben de naçizhane bir blog yazarı ve daha önemlisi okuyucusu olarak blogların başlı başına birer medya organı olduğunu, pek çok blog yazarının -sözüm ona- bazı köşe yazarlarından çok daha “usta” olduğunu bu nedenlerle de daha çok önemsenmeleri gerektiğini fırsat buldukça söylemeye çalıştım.

Bloglar hala pek çoğu tarafından alelade “site”ler olarak görülse de, medya planlama ajansları hala görmezden gelse de ve daha önemlisi, sırf ortam “internet” diye, internet önemsiz, yalan-yanlış, tü kaka diye yazdıkları önemsenmiyor. Oysa PuCCa gibi bir sürü blog yazarı edebiyatın dibini sıyırtıp parmak yalatmaktadır. Ya da bir sürü blog yazarı önlerine her gün yüzlerce basın bülteni düşmemesine rağmen gündemi daha iyi tutmakta ve takip etmektedir. Ve bir sürü blog yazarı da hiçbir marka, siyasi parti, örgüte yandaş olmadan tamamen dürüst içerik üretebilmektedir.

Ben edebiyat kısmında kalacağım; PuCCa tanıdığım en eski blog yazarlarından biri. Bildiğimden beri de kendi tarzında istikrarını koruyarak ilerlemeye devam ettiğini söylemeliyim. Hani klişe bir söz ama “kalemi kuvvetli” bir yazar. Anlatacak derdi, söyleyecek sözü var. Bu nedenle böyle bir blog yazarının kitap çıkarıyor olması da, birilerinin onu -ya da blog yazarlarını- kitap çıkaracak kadar önemsemesi çok değerli.

Küçük Aptalın Büyük Dünyası‘nı  önemli yapan bir diğer şey ise anonimlik kavramı. Yıllardır kimliğini gizleyip Maryln Monroe fotoğrafı ve PuCCa adı ile tanınan bu güzel -olduğunu düşündüğüm- kız kitabında da PuCCa imzasını kullanıyor. PuCCa’nın gerçek olmadığını düşünenlerden, anonim bir yazarı okumayı tercih etmeyenlere kadar pek çok insan figürünü gözlemlediğimi söyleyebilirim. Sadece adlarını gizlemeyerek ya da seksi fotoğrafları için tıklatarak anonimlik kavramından uzaklaştığını düşünüyorlar. Oysa özellikle sosyal medyada, bloglarda, internet gibi güvensiz bellenmiş bir ortamda anonimlik adını ve yüzünü gizlemek değil, “kim olduğun”u gizlemektir.

Ben PuCCa’nın adını, ne iş yaptığını, yüzünün neye benzediğini bilmesem de yazdıklarından kim olduğunu, ne anlattığını biliyorum. Bunu da yeterli buluyorum açıkçası. Kaldı ki bir yazı kurguyla oluşturulup edebiyatla zenginleştiriliyorsa. Bir gerçeğin içine bir de hayal katılabiliyor, ama ikisi ayrıştırılabiliyorsa; yazı amacına ulaşıyorsa altındaki imzanın gerçek bir ad olup olmaması da mühim değildir. Bu kitabın altında PuCCa imzası varsa, kitabı “PuCCa”nın yazdığını da biliyorumur. Hepsi bu! Ha, PuCCa’yı merak etmiyor muyum? Ediyorum. Aynı zamanda anonim kalma tercihine saygı da duyuyorum…

Yine de anonim bir kitap çıkarmanın risk olduğunu düşünüyorum. İyi ve belli kesimlerde popüleritesi olan bir yazar, profesyonel bir ekibin içinde (malum, 1000 lirası olan herkes köşedeki ozbirik yayınevinden kitap çıkarabiliyor) kaliteli bir iş yapıyorsa, geleceği nokta imza günleri, televizyon programlarına konuk olma vesairedir. Medya’nın da yazılarında cinsellik de barındıran bu anonim kızın üstüne gitmesi olasıdır. Bence olması gereken, güzel şeylerdir de bunlar PuCCa için. Umarım bu süreçte kimse bu konudaki saygısını yitirmez. Benim için üzücü olansa, ortak bir platformu paylaşacak kadar yakın olmama rağmen, internetten indireceğim(!) kitabı belki hiçbir zaman imzalatamayacak olmak.

Tabii deli gibi blog yazan birinin kitap çıkardığı bir anda duyulunca, akla gelebilecek ilk şey kitabın 120 sayfayı geçmeyen ve blogda yıllardır yazılmış yazılardan seçmecelerle hazırlanmış olmasıdır. Öyle değil… PuCCa bu kitap için ayrı bir yazım sürecine girmiş. Üstelik de 300 sayfayı devirmiş.

Demem o ki; zaten tanıdığımız, güvendiğimiz, adını olmasa da kendini bildiğimiz bu kız dolu dolu doyurucu bir kitaba güzel bir ekiple imzasıdı atmış. Türkiye için bir ilk başarılmış ve anonimlik konusunda belki tabular da zorlanmıştır. Bu yüzden varsa önyargılarınızı bir kenara bırakıp 1 Haziran’da bu kitabı bulup alın. Söz, PuCCa imzalamazsa ben Cin ali çizeceğim.

Bu arada yazı boyunca PuCCa’dan çokça bahsetsem de bu kitap Dizüstü Edebiyat’ın sadece ilk kitabı. Önümüzdeki 3 aylık süreçte sırasıyla Sami Hazinses ve Her Boku Bilen Adam‘ın da kitapları gelecek. Hepsini şimdiden tebrik ediyorum, zaten bir işi başardıkları için başarı dilemiyorum.

Bitirirken;
Kitap
hakkında PuCCa’nın yazısı burada, çekilen enfes klip HD olaraksa şurada. Ayrıca Dizüstü Edebiyat‘ın ve PuCCa GüNLüK‘ün birer Facebook sayfası da var.

Sevgiler,
Kelebekler sizinle osursun…

Mayıs 25 / 2010
Yazar Simto ALEV
Kategori Haber, kitap, Yorumsal
Yorumlar 8 Yorum

2010 Blog Ödülleri’nin ardından

Bugün (8 Mayıs 2010) 2010 Blog Ödülleri (bö2010)’un ödül töreni vardı. Benim de aday olduğum ödüller hakkında yazmak için yarışmanın sonlanmasını bekledim. Bu kadar beklemekteki amacım  süreci gözlemlemek, kim ne diyor okumak, aldığım karara ters düşmemek ve diğer yorumlar arasında kaybolmamak vardı.

Diğer yorumlar arasında kaybolmamak dedim çünkü ya haşince eleştiriler vardı ya da kör savunular. Ben içten içe en çok eleştirenlerden olsam da, bu yazı acımasızca olmayacak. Zira bir blog yazarı olarak, bir sosyal medya meraklısı olarak bloglara verilen önemin artması gerektiğini düşünüyorum. Bloglar için çeşitli etkinlikler de yapılmalı. Bu işi üstlenmeye çalışan bir çok kişi ve gruptan haberdarım. Gerek blogların gelişmesi için varolan oluşumlar, gerekse bloglarla markaları buluşturan gruplar bir türlü yeterli aktifliğe ulaşamadı.

Blog Ödülleri ise, bloglar için somutlaşmış bir şeyler yapabildiği, 3. yılına varabildiği ve her yıl daha iyi düzenlendiği için bir tebriği hak ediyor. Bununla birlikte yazının devamını yapıcı olma gayesi taşıyan eleştirilerimin ağırlığı ile sürecek.

Bu yıl oylama sürecinde haksızlıkları önlemek adına güzel değişikliklere gidildi. Bunlardan biri mükerrer oyu önlemek ya da azaltmak için SMS aktivasyonu idi. Diğeri ise adayların kendi oylarını dahi görememesiydi. Buna rağmen yeterli bulamadım. Ben aldığım kararla birlikte aday olduğumu FriendFeed, Twitter, Facebook, Blog, MSN, gTalk vb. yerlerde duyurmadım, oy istemedim. Bunun karşılığı olarak da iç adaletimi sağlamak adına hiçbir bloga oy vermedim. 20 günlük oylama sürecinde bö2010 sitesinde bir şekilde bloguma ulaşmış yalnızca 31 kişi var. Kaçı oy vermiş bilmiyorum tabii ki. Ancak adaylığımı farklı mecralarda duyursa, eş-dosttan oy istese idim hiç kimse blogumu beğenmeyecek dahi olsa eş-dost oylarıyla bir kaç 31 yapardım kanaatindeyim. Bu nedenle “en iyi oy dilenen kazanır” dediğim sistemi çok da doğru bulmuyorum. Bu cümleden dolayı lütfen adaylar ve kazananlar alınmasın. Onlara değil, sisteme karşı bir tanımlamadır bu.

Tabii bununla birlikte, blog ödülleri’ne bir yanı ile karşı olduğumu da belirtmeliyim. Blog gibi kişiselleştirilmiş, özgür ve kuralları olmayan bir mecra, neye göre değerlendirilebilir? Hangi blog iyidir, hangi blog doğrudur nasıl anlaşılır? Bunlar koca koca bilinmezler. Bu gibi kuralların olmaması gerektiğini savunsam da madem bu iş yapılıyor, en azından ön jüri değerlendirmesi için önceden açıklanmış bazı kriterler olmalı derim. İmla kurallarına tamamen uymak, okunabilir olmak, yakın bir tarihte güncellenmiş olmak, tamamen Türkçe olmak bunlara örnek olabilir. Ha, bu konuda zaten oldukça çalışıldığını gözlemlememek mümkün değil. Yine de bir adı olmalı yarışılacaksa.

Geçen yıl yaşanan ödül krizi bu yıl çözülmüş. Çok fazla sponsor olmasına rağmen geçen yıl kazananlar fiziksel olarak bir ödül sahibi olamazken, bu yıl Blog Ödülleri çok güzel hediyelerle süslenmişti. Blog Ödülleri bu ivmeyi yakalayabilmişken gelecek yıl daha büyük sponsor destekleri alabileceğini umuyorum. Ha, bu işten çok kazanıyorlar, cebe atıyorlar dedikoduları oluyor. Geçen yıl ben de böyle düşünenlerdendim. Bu yıl ise bu konuda cebe atıyorlarsa helal olsun diyorum. Çünkü sponsorların maddi karşlığını ödül sahipleri de buldu.

Geçen yılları izleyemediğim için ödül törenini kıyaslayamayacağım. Ancak bu yıl pozitif.tv desteği ile ödül töreni ve öncesindeki paneller canlı yayınlandı. Muhakkak ki ellerinde olmayan sebeplerle ikinci panel izlenmeyecek derecede kesintiye uğradı. Panel sonrası arada gerekli iyileştirme yapılmış olsa da, kaçan kaçmıştı. Keşke biraz daha prova edilse, biraz daha emin olunsaydı diyorum. Bu şartlarda bizlere bir panel borçları oldu.

Paneller için, “neden bloglar hakkında konuşulmuyor” denildi, “panelin başlığı twitter, ne konuşulacak ki? hem ödüller akşama” dedim. Bu görüşümde ısrarcı olacak olsam da, ben de isterdim ki tören öncesi blog konulu paneller olsa, blog yazarları katılıp bloglar hakkında konuşsa ve hatta eğitici olsa. Öyle olmadı, fakat izlemekten keyif aldığım kişilerin panel katılımcısı ve moderatörü olması ile de yetindim.

Panel sonrası Davut Topcan’a verilen anlamlı ödül için içtenlikle ayrı olarak tebrik ve teşekkür ediyorum. Ben ödül anonsunu “En hız grasgua davtcan reuau gkaj ödül ruaj burcu uht ve nerde” şekilde dinledim. Umarım Davut bu anonsu sağlıklı duyabilmiştir. Tunç Kılınç’ın güzel laflar ettiğine ve ödülün “En hız ödülü” olmadığına eminim.

Ödül töreni hakkında okuduğum tüm görüşler ise benimle ortak yöndeydi. Zamanı yetiştirmek için mi, plansızlıktan mı bilmiyorum ama aceleyle ödülü takdim edecek kişi ve kategorinin ilk 3’ü bir anda davet edildi, ödüller ellerine verildi, flaşlı fotoğraflar çekildi ve neredeyse onlar sahneden inmeden diğer kategoriye geçildi. Oysa ilk 3 sıra ile ödülünü alsaydı ve en azından birer cümlelik konuşma hakları olsaydı belki kusursuz olacaktı. “tamam sen kazandın, hemen al ödülünü git”çilik olmuş biraz.

Son olarak ödül töreni sonunda, muhtemelen son anda hatırlanarak “haa bu arada şurdaki arkadaşlar hediyelerle ilgilenecek, lütfen oraya gidin” gibi duyulan cümleler de oldukça çirkindi.   Her şeyin bır sırası var. Tören tamamen bitince bilgilendirme yapılabilir ya da kazananlara ayrıca posta veya e-posta ile tebligat yapılabilirdi.

2010’u henüz yarılamadık bile. Her ne kadar 5-6 yıldır blog yazanlar olsa dahi, Türkiye’de blog kültürü son 2 yılda yerleşmeye başladı. Diliyorum bu yıl bloglar adına daha çok organizasyonla şahane bir yıl olsun ve bö2011 bomba gibi gelsin.

Mayıs 09 / 2010
Yazar Simto ALEV
Kategori Yorumsal
Yorumlar 5 Yorum

Blogunuza Facebook like butonu ekleyin

Facebook bir süre önce fan page’lerde bir değişikliğe gitti. Bu değişiklikle Become Fan/Hayran Ol yerine Like/Beğen butonları ekledi. Bu değişiklikle hayran sayfalarının ötesine taşıp internetteki her şeyi beğenebilir olduk. Sistemin ayrıntılarını henüz bilmiyorum. Ancak Like edilen (beğenilen) sayfalar profilinizde paylaşılıyor. Rıza Selçuk Saydam‘ın bilgilendirmesine göre IMDb’de Like edilen (beğenilen) filmler de profilde “favori filmlere” ekleniyor.

* Bu yazının sonunda bir örneğini görebilirsiniz.

Bu sistem yakın gelecekte Share/Paylaş butonlarının yerini tamamen işgal edecek gibi görünüyor. Şimdiden Techcrunch.com, Washington Post, PC World gibi siteler içerik paylaşımı için kullanmaya başlamış.

Facebook’un Developer sayfasında, kendi sayfalarınıza nasıl like butonu koyabileceğiniz detaylıca anlatılmış. Burdaki yönergelere uyarak sayfalarınıza like butonu hazırlayıp; görünecek resmi, başlığı nasıl belirleyeceğinizi öğrenebilirsiniz.

Bense bu yazıda, blogunuzdaki her yazının altına otomatik like butonu ekleyen bir WordPress Plug-in’inden bahsedeceğim: Facebook Like Button for WordPress.

Plug-in’i diğerleri wp-content/plugin klasörüne atıp aktive etmeniz yeterli. Çalışması için başka hiçbir ayar yapmanıza gerek yok. Fakat Facebook’un sunduğu bazı görsel düzenlemelerle birlikte bir ayar sayfası da mevcut. Plugini aktileştirdikten sonra sol menüde “Facebook Like Button”u görebilirsiniz. Bu sayfadaki ayarları kısaca anlatmak gerekirse,

Display the button on pages
Bu seçeneği işaretlerseniz, like butonu post olarak girdiğiniz içerikler gibi Page olarak girdiklerinizde de görünür

Display the button on the front page (home)
Bu seçenek işaretli ise ana sayfanızda da her postun altında like butonu görünecek. İşaretli değilse ancak post başlıklarına tıklanıp açıldığında görünür.

Position
Birkaç seçenekli bu ayar, like butonunun nerede olacağını belirler. Seçenekler ise şöyle:
Before: Yazının başında,
Afrer: Yazının sonunda,
Before and After: Yazının hem başındaa hem sonunda,
Shortcode: Sadece yazı içinde [fblikebutton] geçen yer(ler)de,
Manuel: Sizin ekleyeceğiniz PHP kodu ile.

Show Faces
True ise like eden/beğenen kişilerin küçük fotoğrafları görünür False ise görünmez.

Color Scheme
Renk temaları. Deneyerek birini seçebilirsiniz.

Button Text
“Like” yerine “Recommend” yazan bir buton seçebilirsiniz. Şu an Facebook sadece bu ikisine izin veriyor.

Layout
Eğer “Standard”ı seçerseniz butonun yanında kimlerin like ettiği/beğendiği yazar. “Count” seçeneğinde ise butonun yanında sadece kaç kaç kişinin like ettiği/beğendiği yazar.

Styling
Buradan “Like Button” alanını kapsayan div’e css stilleri tanımlayabilirsiniz. Bu konuda bilginiz yoksa değişiklik yapmanız gerekmiyor.

Nisan 27 / 2010
Yazar Simto ALEV
Kategori İnternet
Yorumlar 18 Yorum

Çok sosyal hareketler bunlar!

Sinema gündemini meşgul eden güncel mevzulardan biri de Çok Güzel Hareketler Bunlar kadrosunun olduğu Çok Filim Hareketler Bunlar filmi. BKM Mutfak ekibi de ürettiklerini tanıtmak için yakın dönemdeki pek çok filim gibi sosyal medya kanallarını ve blog yazarlarını hedef almış. İyi de yapmış. Yapmış yapmasına da… Ben kocaman bir olmamış diyeceğim.

Daha önce bazı yazılarımda [1][2][3] sosyal medya etkinliklerinin bir kısmını kendimce eleştirmiştim. Bu da onlardan biri olacak. ÇFHB sosyal medya ekibi her şeyden önce ortama adapte olamama, kültürü tanımama hatasına düştü. FriendFeed’de çeşitli yarışmalar düzenledi. Bazıları hoş bilgi yarışmaları iken, bazıları forum oyunu ya da ince bulgurdan ÇFHB yazma maymunluğu gibi Friendfeed ve dahi benzer sosyal ağlardaki kültüre yakışmayan atraksyonlar oldu.

“Önce kullanıcı olun” diyorum, benim gibi, oradaki Ahmet veya Mehmet gibi. Biz nasılsak benzeri olun diyorum, olmuyor. Benzerini denememiş değil. Ama ayarı tutturamamış. Direkt alıntılarla göstereyim:

Şu feed‘de, “ÇokFilimHareketlerBunlar” adı ile yazılmış;

Sevgili Onur bahsedilen uygulama zaten yapılacak. Bir önceki turda yapılan yarışma da bloggerlerin sitelerinin tanıtımına yönelikti dikkat edersen.

Samimi ve senli-benli.
Aynı feed‘de başka bir ifade ise şu;

Sevgili Mehmet, film ile ilgili soru sorup çekiliş ile bunu vermememizin nedeni daha fazla blogun tanıtılması idi. … İsterseniz inceleyebilirsiniz.

(mesajı kırptım, tamamı feed’de.)
Bakın, bir anda siz-biz oldu. Müdafa da tuz-biber..  Profili incelerseniz bir samimi bir ciddi pek çok mesaj görebilirsiniz.
Tüm bunları bir markanın sosyal medyada, bloglarla tanıtımı için aciz bilgimle hata olarak görürüm aslında. Fakat yukarıda alıntıladığım mesaj dikkatimi çekiyor bir anda. “film ile ilgili soru sorup çekiliş ile bunu vermememizin nedeni daha fazla blogun tanıtılması idi” diyor.

Bugüne kadar alışılagelmiş tüm kampanyalarda markaların bloglarla ilişkisi kendini tanıtmaktı. Marka blog yazarına paket gönderir, onu lansmana, galaya vs. davet eder. Blog yazarı doğası gereği bundan sözeder ve marka bundan kazanç elde eder.(eğer blog yazarına müspet yazdıracak kadar iyi ise). One Dergisi Söyleşisi‘nde de sözettim. Bunun sebebi blogların içten, gerçek ve güvenilir olmasıdır. Eğer bloglar sizin için iyi diyorsa, kralsınız…

Burada ise bir marka, benim blogumu tanıtmayı misyon edinmiş. Çok ilginç.. Peki nerede yapıyor bunu? FriendFeed’de.. Kime tanıtıyor beni? Sınırlı sayıda takipçisine. Peki ama benim blogum bir sosyal mecrası olup, en iyi sosyal medya mecralarında tanınırken sen nasıl beni orada tanıtırsın? Müsade et de ben seni tanıtayım orada. Niyetliysen sen de beni başka platformlarda tanıt. Bu şey gibi. Bir bisküvi firmasının ürün temsilcisinin büyük bir süpermarkette, o marketin devamlı müşterilerine “bu marketin et reyonu çok kaliteli” deyip, et reyonunun reklamını yaptığını iddia etmektir. Komik. Ben zaten etimi oradan alıyorum..

Belki kaba olacak ama sosyal medyada senin değil, benim borum öter. Bunu anonim bir kullanıcı olarak söylüyorum..

Çok Filim Hareketler Bunlar’ı FriendFeed’de incelemeye devam ederken kırptığım yorumdan bir başka bölüm göze batıyor:
Feeddeki atışmaların ekmeğimize yağ sürmesi konusuna gelince, ucuz düşünen bir marka değiliz.Her hafta prime time’da program yayınlayan bir marka böylesi bir metodu aklının kenarından bile geçirmez.

Haklı mı değil mi tartışılır elbet. Fakat haklı dahi olsa…  Prime Time’da yayınlanmasının tek sebebi benim izliyor olmam. Sen bir televizyon kanalında, bir gazetede değil de benimle direkt etkileşimli olduğun ortamda böyle yazarsan, prime time’dan hiç mi pay kaybetmezsin? Daha bugün Onur Cengiz’in bir feed’ini gördüm. “Bu sene mevzu sosyal medyada markanın itibarını yönetmek galiba hacılar” diyor. Ben bu yazıyı yazarken aklıma gelen ve anlamlanan bir yorum oldu…

Bu işin devamında ise, ÇFHB ekibinin başka interaktif mecralarda yaptıklarına bakmak istedim. FriendFeed profillerinde hiçbir yere link olmayınca Google’a sordum. Çıkan ilk link Çok Güzel Hareketler’in blogu olunca es geçtim. Sonraki iki link resmi olmayan bloglardı. Ve ancak bilmem kaçıncı sayfadaki forum sitesi  beni http://www.cokfilimhareketlerbunlar.com adresine ulaştırdı. Komik, url beni daha ilk link olan ÇGHB blog‘una yönlendirdi.  Custom CMS olarak kodlanmış ÇGHB altındaki ÇGHB öğelerini taşıyan bu blog meğer filminmiş. Filmin başka site altında bir blogu var ama profesyonel bir sitesi de yok. Oysa olsa tanıtırdık blog yazarları olarak..

Resmi site arayışı maceram son bulunca, bir yandan siteye bakıp, bir yandan Facebook’da filmi aradım. Arama sonuçlarında hangisinin resmi olduğu belli olmayan ve hiçbirinin etkileşimde olmadığı birkaç Fan Page ve grup buldum. Bundan da vaz geçtim… (bu arada sitelerinde asıl  link varmış.)

Bu yazıya başlamadan önce (bu arada 1 saat 47 dakikadır yazıyorum) baktığım son şey ÇFHB’in Twitter hesabı oldu. Orada da “test yayınındaki sitemiz” diye verilip açılmayan link‘den, “blog sitemiz burda” deyip bizi “yarkın” başlıklı içeriksiz blog‘a kadar çok filim twit’lere ulaştım..

Demem o ki sevgili okur, sahiden de çok filim hareketler bunlar…

Mart 13 / 2010
Yazar Simto ALEV
Yorumlar 7 Yorum

One Dergisi ile söyleşi

Genel Yayın Yönetmenliğini Ömer Üner’in yaptığı  One Dergisi, bu hafta benimle bir söyleşi yapıp blogumdan bahsetmeyi teklif etti. Mutluluk, heyecan ve şaşkınlık duygularını bir arada yaşayarak kabul ettim. One Dergisi hayatına online platformda devam eden kökü bir girişimcilik ve kariyer odaklı dergi. Bu güne kadar yerli-yabancı pek çok isimle yapılan sayısız röpörtajın da altında imzaları var.

Teklif geldiğinde bilmediğim şey, -kendi cümleleri ile- “Türkiye’nin belli başlı bloggerlarını konuk etmeye karar vermeleri” ve ilk olarak beni seçmeleri. bu kararda beni ilk konuk olarak seçtileri ve blogumu hakkında sözetmeye değer buldukları için kendilerine çok teşekkür ediyorum.

Söyleşiyi şuradan okuyabilirsiniz: Blog Blog Dedikleri

Mart 10 / 2010
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden..
Yorumlar 2 Yorum