Son birkaç aylık dönemde, bazı arkadaşlarım elindeki iş için “sosyal medya”ya girme kararından bahsedip, benden fikir almaya çalıştı. Her birine de bilgim yettiğince, “social media for beginners” tadında anlatmaya çalıştım. “Nasıl daha çok takipçi kazanırım” sorularını yanıtladım. Şimdi “sosyal medya nedir” sorusunu pas geçerek ve o saçma “sosyal medya uzmanı” etiketine sahip olmadan, arkadaşlarıma ilettiklerimi burada da yazacağım.

Peşinen söylüyorum, bu yazıyı okuduktan sonra markanızın takipçi sayısı pik noktasına erişmeyecek. Burada kampanya kurguları önermeyeceğim. O zaten markaya özel tasarlanması gereken bir meseledir. Yalnızca, bugünün en popüler sosyal medya araçlarının birer aktif kullanıcısı olmadan “benim markam neden takip edilmiyor” deyinlere, başlangıç bilgileri vermeye çalışacağım. Fazlası hiç değil… Aşağıda yer alan bilgiler yalnızca benim tecrübe ve gözlemlerimin bir yansımasıdır. Rahatlıkla “Olmaz o öyle!” diye haykırabilirsiniz.

Öncelikle kabul edilmesi gereken şey, sosyal medya denen olgunun, Facebook ve Twitter’a eşit olmadığıdır. “Bookmarking”, video paylaşım siteleri, bloglar, slayt paylaşım siteleri, forumlar, soru-yanıt siteleri, hayat akışları (life streaming) derken onlarca kola ayrılıyor ve en nihayetinde internete eşitleniyor. Yine de hiçbir mecrada şu an için Facebook ve Twitter’da olduğu kadar ekmek yiyemeyeceğiniz açık. Sadece bilin ki; Twitter kullanarak sosyal medyada var olamazsınız.

Neden  takip edeyim?

Takip edilmek için her şeyden önce takip edilebilir olmanız gerekiyor. Anahtar soru: Seni (markanı) neden Twitter’da takip edeyim? Sorunun pek çok cevabı olabilir. Ben olmaması gerekenlerden birkaçını yazayım: “Çünkü en önce ben yayınlıyorum”, “çünkü en kaliteli ürünü ben üretiyorum”, “çünkü ben daha ucuzum”. Bunlar, tüm rakiplerinizin her şartta iddia ettikleridir zaten. Bırakın hanginizin “daha x” olduğuna kullanıcı karar versin. Siz yalnızca içerik üretin. “Takip ediyorum çünkü bunları buluyorum” dedirtecek içerikler.

İçerik süzgeci…

Örneğin web sitenizdeki içeriklerin birer kopyasını Twitter, Facebook ve Friendfeed’de paylaşırsanız, her birini takip etmenin hiçbir anlamı kalmaz. Web siteniz kullanıcının ilgisini çekmişse doğrudan ya da RSS ile takip edecektir. Bir de diğer mecraları takip mekanizması haline getirmeyin. Haydi, birini getirdiniz; diğerlerini de bu işe bulaştırmayın. Bu, bir mağazaya girdiğinizde 5 farklı tezgahtarın size aynı gömleği önermesi gibidir. Bu yüzden içeriklerinizi farklı tutun.

Bir haberi sitenize aktarmadan önce bunu Twitter’da 2 cümle ile duyurun mesela. Ya da yeni bir ürününüz, anlaşmanız, kampanyanız varsa bunu Twitter’dan duyurun. Facebook’da ise fotoğraf, video, afiş vb. diğer materyalleri paylaşın. Sosyal medya mecralarından birini ana iletişim kanalı olarak yansıtabilirsiniz. Böylece kullanıcı nerede ne bulacağını bilecektir.

Tek bir vücut!

“İçerik süzgeci”ne rağmen, mecraların hiçbirini birbirinden bağımsız organlar haline getirmeyin. Bu mecralar markanızın ya da web sitenizin internet üzerindeki diğer uzantılarıdır. Başka bir yapının,  başka bir vücudun değil. Bu yüzden kontrolü elden bırakmayın. Facebook’a eklediğiniz videolardan birini, Twitter’da da duyurabilirsiniz. Hepsini değil… Bu aynı zamanda internetin her alanını etkin kullandığınızı da gösterecektir. “Biz sizin olduğunuz her yerdeyiz” demiş olacaksınız. Sakın kimseyi bir adım gerisinden takip edip sıkmayın.

Paylaşılabilir içerik üretin.

Paylaşılmadığı sürece yayınladığınız içerikler yeterli katkıyı sağlamayacaktır. Oysa sosyal medya sitelerinde paylaştığınız içerikleri, takipçileriniz de kendi takipçileri ile paylaşırsa, çok daha büyük kitlelere ulaşabilirsiniz. Bu yüzden kullanacağınız içerikleri özenle seçin. Unutmayın ki bir içeriği paylaşmak sadece bir butona tıklamak kadar kolay. Buna rağmen kullanıcılar içeriğinizi paylaşmıyorsa, kendinizden kuşkulanmaya başlayın. Herkesin paylaşabileceği haberler, fotoğraflar, videolar, resimler, sesler vs. mutlaka bulabilirsiniz.

Kullanıcıları, “lütfen paylaşın, birlikte büyüyelim”, “beğenmezsen içeriğimi göstermem” gibi ifadelerle zorlamayın. Yalnızca, web sitenizde içerik üretiyorsanız, kullanıcılarınızın kolayca paylaşabilmesi için gerekli buton veya araçları kolay erişilebilir bir yerde bulundurun.

Blog yazarlarına güvenin.

Bugün blog yazarlarının neredeyse hiçbiri blog yazmayı profesyonelliğe(!) çevirirmemiştir. Onlar her zaman en doğruyu, en gerçek haliyle aktarmaya özen gösterir. Sadık takipçileri vardır ve yazara güvenirler. Blog yazarlarına kendinizi sevdirirseniz, işinize güveniyorsanız blog yazarlarıyla iletişim kurun. Kendinizi tanıtan bültenler iletin. Hemen hiçbiri size ait bir metni yayınlamak istemeyecektir. Bu yüzden sadece kendinizi tanıtın, yazıyı ona bırakın. Eğer yeni bir oluşumsanız ya da yeni bir kampanyanız varsa, onlara küçük hediyeler göndererek kendinizi farkettirebilirsiniz. Tekrar edeyim, blog yazarları güvenilirdir. İşinizi beğendiremezseniz, hediyeler anlamını yitirecektir. İşiniz yeterince büyük çaptaysa, onlara özel bir tanıtım toplantısı düzenlemeye çekinmeyin. (Gazeteci vs Blog Yazarı başlıklı yazımda da blog yazarlarını anlatmıştım.)

Bu sırada sizin de kurumsal bir blogunuzun olması hiç fena olmaz. Bu blogda şirket içi gelişmeleri, yine kampanyaları paylaşabilirsiniz. Mesela işe yeni başlayan bir elemanı ya da şirket içi bir doğum günü kutlamasını blogunuza konu edebilirsiniz. Belki çalışanlarınıza da kişisel içerik girme şansı da verebilirsiniz. Neden olmasın?

Tek bir halkayla zincir olmaz.

Sosyal medya bir bütündür. Şöyle bir bakıp çıkmak size fayda sağlamaz. “Twitter’da da olayım” derseniz, bir süre işiniz hareketlenebilir. Facebook size dalgalı bir ritmde geri dönüş sağlayabilir. Bloglarla iş birliği yaparsanız, bir hafta farklı bir popularite kazanabilirsiniz. FriendFeed’de bir hesap açarsanız, üç beş gün bir heyecan olur. Youtube, Slideshare, Formspring, diğerleri… Hepsi, ancak bir arada ve etkin kullanıldığında kalıcı katkıyı sağlar. Bu yüzden titiz olun, tüm mecralarla koordine çalışın.

Bütçeniz olsun…

Sosyal medya siteleri, size bedelsiz takipçi, müşteri, ziyaretçi kazandıracak mecralar bütünüdür. Ancak, Facebook Ads, Google Adsense gibi reklam networklerine küçük bütçeler hazırlamanız faydalı olacaktır. Facebook Ads içinde “fan page”inizin reklamını yapmak etkili sonuçlar doğruracaktır. Zaman zaman Twitter ya da benzeri mecralarda küçük oyunlarla dağıtacağınız hediyeler de hakkınızda olumlu yorumlara sebep olacak ve takipçi sayınızı arttıracaktır. İçerik yönetimini elden bırakmayın. Yalnızca hediye için gelen kullanıcı, işi bitince çekip gidecektir.

Profesyonellere kulak verin.

Tabii ki en doğrusu bu işi tamamen bir profesyonele bırakmak ve onun kararlarına teslim olmaktır. Yukarıda anlattıklarımın her birinin altında onlarca detay varken, anlatmadığım da bir o kadar şey var. Kaldı ki ben bu işin profesyonellerinden de değilim -henüz-. Ne detaylarla uğraşılarak tam başarı sağlandığını varın siz düşünün. Bir profesyonele ayıracak bütçeniz olmasa dahi, en azından size yol gösterecek, yönlendirecek bir danışmanla çalışmanızda fayda olduğu fikrindeyim.

Son Sözler…

Sosyal medyaya giriş yapmak, müşterinin sizi ziyaret etmesi değil; sizin müşterinin sizi konuştuğu kafeye girmeniz demektir. Onların topluluğunda, ayrı bir birey olarak kendinizi ya da ürününüzü satmaya çalışırsanız, kısa sürede kapı dışarı edilebilirsiniz. Onlar, sizin varlığınıza aldırış etmeden iyi ya da kötü konuşmaya devam edeceklerdir. Kulak misafiri olmaktan çekinmeyin. İyi konuşana teşekkür ederken, kötü konuşanın sıkıntısını anlayıp çözmeye çalışın. Onların arasında onlar gibi davranmayı başarırsanız, kısa sürede sizin masanıza gelip sohbet etmeye, iyi ya da kötü görüşlerini direkt size iletmeye ve soru sormaya başlayacaklardır.

Unutmayın; sosyal iletişim tek taraflı değil, karşılıklıdır…