Etiket: ozan eicher

Gri Sahne, Mezarsız Ölüler’le prömiyer yaptı

Mezarsız Ölüler

Gri Sahne‘yle nasıl tanıştığımı birkaç ay önce yazmıştım. Kısa bir süre sonra da kendi yazdıkları oyun Felaket’i prömiyerinde izlemiş ve yazıp anlatmıştım. Geçen zamanda Gri Sahne benim hayatımda önemli bir yere oturdu. Hem Gri’de daha fazla zaman geçirir oldum, hem de tiyatro izleyebildiğim nadir sahnelerden. Yakın zamanda blogda Gri’ye ve tiyatroya daha fazla zaman ayıracağımı öngörüyorum. Şimdi gelelim prömiyere.

Mezarsız Ölüler, Gri Sahne’nin bir süredir üzerinde titizlikle çalıştığı bir Jean Paul Sartre oyunu. Aslen bir oyun yazarı olmayan Sartre bu oyunu 1946 yılında yazmış. Ülkemizde ise bilinene göre 1963 ve 1990 yıllarında iki kez sahnelenmiş. Şimdi yeni bir yorumla Gri Sahne’de tekrar oynanıyor.

Varoluşçuluk üzerine yazılmış Mezarsız Ölüler’de Satre, seyirciye kendi varoluşlarını ve “nasıl var oluruz”u sorgulatırken bir yandan da kendi cevabını veriyor. Petalin yanlısı milisler tarafından tutsak edilen, belki de hayatlarının son saatlerini yaşayan direnişçiler sorgulanırken, bir yandan da kendi hayatlarını sorguluyorlar. Bu noktada seyirciye de iki soru kalıyor: Konuşacaklar mı? Konuşacaklar mı?

Hem felsefi, hem de psikolojik olarak yoğun ve derin bir oyun Mezarsız Ölüler. Gri Sahne, aynı yoğunluk ve derinlikte bir etkiyi seyircilerin üzerinde bırakacak bir şekilde, 120 dakikalık bir süreye sığdırmış oyunu. İki perdeye bölünmüş bu 120 dakikanın ardından, salondan sarsılmış olarak ayrılacaksınız.

Kasım ayında her cuma akşamı oynanacak Mezarsız Ölüler için Biletix‘den veya Gri Sahne gişesinden bilet alabilirsiniz.

Gri Sahne oyunu şu cümlelerle anlatmış:

Yaşamın temel çelişkisi varlık ve hiçlik. Asıl soru şu; nasıl var oluruz? Salt nefes alarak mı? Mezarsız Ölüler işte bu meseleye yanıt arıyor. Çok yönlü karakterler ve sürükleyici bir hikayeyle Sartre, özgür iradeyi ölümcül savaş ortamında teste tabi tutuyor. Ne kadar özgürsün? Oyun 1944’de Fransa’daki bir grup dirençinin bir köyü ele geçirmeye çalışırken Petain yanlısı milisler tarafından ele geçirilerek sorgulanmalarını konu ediyor. Direnişçiler milisler tarafından teker teker sorgulanıyor ve işkenceden geçiriliyor. Sorgulanan direnişçiler kendi varoluşlarına dair anlam yükledikleri tüm toplumsal değerleri sorgularken kendi bireysel seçimlerinin onları özgürlüğe taşıyabileceği meselesiyle yüzleşiyorlar. Oyunda savaşın yıkıcı atmosferinde insanın varolma mücadelesi Sartre’ın varoluşçuluk felsefesi ekseninde anlatılıyor.

Künye:

Yazan: Jean Paul Sartre
Yöneten: Ümit Doğan
Çeviri: Adalet Ağaoğlu
Oyuncular: Berna Küçülmez, Can Özden, Mehmet Zeki Giritli, Özgür Şahin, Seda Yüz, Ümit Doğan
Yönetmen Yardımcısı: Sevda Ertaş
Dekor Tasarımı: Ümit Doğan
Dekor Uygulama: Haluk Yüz
Kostüm Tasarımı: Gri Ekibi
Işık Kontrol: Sevda Ertaş
Fotoğraflar: Ozan Eicher

Ekim 28 / 2013
Yazar Simto ALEV
Kategori Tiyatro
Yorumlar Yorum Yok

Kader Ağlarını Örmüş

Aslında kaderci biri olmamamla birlikte başlığı dünyanın küçüklüğünü betimler bir deyimle yazmak gerekirdi fakar bu blog için fazla kaba olacağını düşündüğümden öyle olmadı. Kader, dünya küçük ya da başka teoriler. Hangisi olursa olsun, aşağıda yer alan hikaye, kişi yada kişiler ve ben tamamen gerçeğiz…

Esin İris; Ozan Eicher‘in fotoğrafını çektiği bir sürü sanatçıdan biriydi. Hepsinden bahsettiği gibi Esin’den de biraz bahseder, çektiği fotoğraflar üzerine konuşur geçerdik. Yani diğerlerinden hiç de farklı değil, hatta belki umrumda bile değildi çok. Her seferinde Esin’den ve fotoğraflar(ın)dan konuşmayı sürdürdük.

Bir süre sonra ise Esin, Selim Topaloğlu‘nun da arkadaşı olarak karşıma çıktı. Ozan ve Selim, Esin’i farklı yerlerden, farklı nedenlerle tanıyorlardı. Bu pek de sıradışı bir rastlantı değil. Tamamen alakasız yerlerden tanışıklıkları olan ortak arkadaşlarım var.

Fakat zaman ilerledikçe, karşılaşmalarımız da ilerledi. Esin Young Guns‘ın 1.1 uzantılı sürecine katıldı. Bu defa Young Guns’ı aynı derece yakınlıkla takip edemesem de, Esin oradaydı..

Bu rastlantılar bitmedi de.. Geçen hafta Ali Güracar, bir twit’e bakmamı istedi. Baktım, kimi gördüm? Esin… Sorguladım; tanışmalarından bahsetti. Ve kelalaka bir bağlantı ile Esin karşımda. Bu kez “yeter artık!” diye Esin’e twit atıp, beni korkuttuğunu belirttim. Korkacak bir şey yokmuş oysa.

Aslında bu ana kadar olan her şey belki sıradan bağlantılardan, tesadüflerden ibaret. Kesinlikle anlatmaya bile değer değil ve muhtemelen konuyla ilgili değilseniz çoktan pencereyi kapattınız. O yüzden bu paragrafı ve olayı size hala okuyan birileri aktaracak. Evet, bu paragrrafı okuyan! Her kimsen, bu yazıyı 10 kişiye göndermek senin görevin. Yoksa seni öcüler yer…

20 Nisan günü Ozan Eicher ilk kişisel sergisini açtı.* Sergide Kaçak ve Esin İris de Ozan için sahnedeydi. Herkes Esin sahnedeyken eğlenirken, ben 22.30’da kapanacak metro asansörüne yetişmek için endişeliydim. 22.00’de, Esin son şarkısını söylerken Ozan’a ayrılacağımı belirttim. “Şimdi mi, şarkı bitsin mi?” dedi. Ani bir kararla “Bitsin” dedim. İyiki de demişim.

Esin’in sahneden inmesiyle ben kapıya yöneldim. Esin farketmeden yolumu kesti. Ozan da müsade istedi, bir an duraksadı ve beni Esin’e tanıttı. “Bu arada natu bu, Simto! twitleşiyosunuz hani?” Bir selamlaşıp, mekandan ayrıldım.

Ertesi gün ise internete bağlandığımda Esin Twitter’dan mesaj atmıştı. “Ben Esin, beni hatırladın mı?” diyordu. Bir gecede unutacak değildim ya; bunu sormasının sebebi bu yazıda adı 22 kez geçen Esin’in bundan 10 yıl kadar önce Tanıdığım Esin olmasıydı. Ve bırakın bir geceyi, aradan geçen 10 yılda unutmamışım onu. Unutmamış beni.

“Belki o son şarkıyı dinlemesem”, “belki twit’leşmesel”, “belki Ozan adımı söylemese” demek var, ama yok. Çünkü ne olursa olsun bu olacaktı sanki…

İşte, yazının başındaki saçma paragrafa sebep olan hikaye bu ve ben çok enteresan buluyorum. Daha neredeyse çocuk yaştayken, yalnızca ICQ’da görüştüğüm, bir fotoğrafı hariç yüzünü dahi görmediğim ve içeriğini hatırlamasam da 5 yıl önceki şu yazımdan ne çok şey paylaştığımız kızla bir şekilde kopuyor ama kopamıyoruz.

Bu arada 2005’deki yazıyı okurken neleri düşündüğümü, neleri hatırladığımı şu an hatırlamıyorum bile. Yazıyı yazarken ve geçen sürede o zamanlar ne kadar çocuk olduğumuzun dahi farkında değilmişim. Birer yetişkindik sanki biz. Belki de gerçekten öyleyiz ve şimdi 10 yıl evvelinden daha çok çocuğuz. Çünkü kendimizi, çocukluğumuzu geliştirdik. Ama bir şeyler de hep üstüne çıkma çabasında bu çocuğun.

Öyle ya da böyle, ben böyle bir arkadaşa sahip olduğum için kendimi çok mutlu hissediyorum.

Sevgili dostlar; bu yazıyı da Esin’in şarkılarını dinleyip, hüzünler içinde yazıyorum deyip, duygusal bir son hazırlamak isterdim ama ben yazarken bir sürü şarkı değişti. Shuffle’ım bu paragrafı yazarken de Pantera – Cemetery Gates’den Apocalyptica – Fade To  Black’e sert bir geçiş yaptı…

* Ozan Eicher’in ilk kişisel sergisi çektiği konser fotoğraflarından oluşmakta. Aynı zamanda Türkiye’deki ilk konser fotoğrafları olan bu sergi 20 Mayıs’a kadar Pendor Corner’da. Detaylar ise şurda.

Nisan 23 / 2010
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden..
Yorumlar 3 Yorum

İki yeni blog

Bir süredir kendi üzerime koyduğum grip teşhisi ile sürünür vaziyette olmamdan dolayı ara verdiğim yazma eylemine, iki arkadaşımın açtığı blog sitelerini tanıtarak devam ediyorum. (:

1) Ozan Eicher
Ozan, uzun zamandır fotoğrafçılıkla ilgileniyor. Sürekli çeşitli konserlerde ünlülerin fotoğraflarını çekiyor. Ben de artık bir blog açması gerektiğini, çalışmalarını DArt’ın ötesinde kişisel bir sitede toplayıp portfolyo oluşturması gerektiğini; bir yandan da insanların onu tanıyabilmesi geretktiğini düşündüm. Yoğun baskılarım sonucu da blogunu açtı. Blogunda fotoğraf çalışmalarını ağırlık vermek istiyordu ama çok keyifli yazılarla blogunu şekillendiriyor. Okuyunuz… (: İnşallah bir de yakında portfolyo sitesi oluşturacak.  Blogun adresi: http://blog.ozaneicher.com/

2) Hakan Şimşek
Hakan’ın ilgi alanı fotoğraf olmasa da, o da sanatın tam göbeğinde. Bir müzisyen, gitarist. Ensturmanına gerçekten hakim olabilen, iki akor basıp kaçmayan, Akdeniz Akşamlarında sevişmeyen ve benim için Little Wing çalarak beni öldüren Hakan, blogunda ‘kafasına takılanları’ kurcalamaya niyet etmiş. Henüz blogunda müzik çalışmalarına yer vermemiş olsa da, belki ileride bestelerini de paylaşmayı ihmal etmez diyorum. Blogun adresi: http://hakansimsek.wordpress.com/

Şubat 20 / 2009
Yazar Simto ALEV
Kategori Haber, İnternet
Yorumlar Yorum Yok