Son zamanlarda Sosyal Medya denilen şeyle pek haşır neşir olduğum bir gerçek. FriendFeed’den Facebook’a, Twitter’dan LastFM’e geniş bir alana yayılan siteler zinciri. Tüm içeriği insanlar üretiyor ve her ortamda direkt etkileşim içindeler. Bu nedenle de Sosyal Medya reklam yapmak için de iyi bir araç.

Bu sitelerde (ve hatta bloglarda) yapılan ya da yayılan reklamlar direkt kullanıcıya ulaşır, anında geri dönüş alınabilir, tepkiler ölçülebir. Kullanıcılar da markaları takip edebilir. Nitekim Pegasus Twitter’da başarılı da bir kampanya yürttü.

Sosyal Medya’daki bu potansiyeli gören bazı markalar ve bunun önünde siyasiler de bunu kullanmaktan geri durmadı. Önce bir kişi “Aa, Mustafa Sarıgül beni Twitter’da takibe aldı” dedi. Sonra bir başkası. Ve biri daha. Gün içinde onlarca kişi “beni de!, beni de takip ediyor” dedi. O hafta hepimiz bir sürü sitede takibe alındık. Burda yapılan en büyük hata, onların beni takibe almasıydı. Zira burada önemli olan, kullanıcının seni takip etmesidir. Spam halinde gelen takip haberleriyle, hepimiz bu insanları bloklar olduk. Sonuç mu? Yok…

Tabii benim adı ‘Friend’Feed olan bir ortamda seni takip etmem için ya ‘friend’im olmalısın. Ya da ortaya takip edilmeye değer bir şey koymalısın. Bir siyasetçiyi destekleyebilirim, fikirlerini benimser, oyumu veririm. Ama bir siyasetçinin fanı olmam. Akşama hangi programda çıkacağını söylersem ilgilenmem. Zaten hiçbirinin “yapacağım” dediği hiçbir şeye yapılana kadar inanmam. Bu yüzden yenilikçi olmak gerek. Ancak bunu da göremedik.

Zaten bir çoğunun da arkasında bir ajans var. Bazılarının da bir bir gönüllü. Yani birileri bir siyasiyi temsilen, onun adına, onun ağzından bir şeyler yazıyor. Bir iki defa Mustafa Sarıgül‘ün bize cevap yazdığını bile gördüm. Biz onun Mustafa Sarıgül olmadığını biliyoruz. O kimliğini kaybetmiş kim olduğunu bilmiyor. Biz onunla Mustafa Sarıgül’müşçesine konuşunca öyle komik oluyor ki…

Fakat geçtiğimiz haftasonu bu komik evcilik oyunu şeklini değiştirdi, yeni bir boyut kazandı. Perşembe akşamı FriendFeed’de Kemal Kılıçdaroğlu “Ben de LikeMind’a geliyorum” dedi. “Text-base” işleyen siyasi RPG oyunumuz yeni bir boyut kazanacaktı. Ya da bu bir şakaydı… Değilmiş… Oyun Cuma günkü LikeMind‘da “Real Time” olarak işlemeye başladı.

Sabahın ilerleyen, herkesin iyice ayıldığı saatlerde eli torbalı bir abi Devletşah‘la hararetle tartışıp dert anlatmaya başladı. Merak edip dinlemeye çalıştım. “O Kemal Kılıçdaroğlu benim” diyor. 21 Sosyal ağ sitesinde sitesinde ekantı varmış. Hepsini o yönetiyormuş. Neler anlattığını duyamadım ama Devletşah ya biraz olsun ikna oldu, ya da başından atmak için kafa salladı. Bilemiyorum…

Ama ben ikna olmadım! Siyasi, kullanıcıyı direkt ilgilendirmeyen etkinliklerin bu tür organizasyonlarda olmaması gerektiğini savunuyorum. LikeMind”i kafa dengi olarak çevirmek sanırım çok da yanlış olmayacaktır. Aynı kafadan, aynı ya da benzer düşüncelere,  işlere sahip insanlar buluşuyor LikeMind’da. Türkiye’deki katılımcıların büyük bölümü de; reklamcı, yazılımcı, internet girişimcisi, blog yazarı, aktif sosyal ağ kullanıcısı vs. Hiçbiri bir siyasi görüşü ya da markayı temsilen orada değil. Oysa içlerinde marka, proje sahipleri var.

Dolayısıyla sohbet konuları da ya bu çerçevede oluyor ya da daha kişisel. Ancak kesinlikle siyasi değil. Böyle bir ortamda, kafa dengi derken de hiç kimse siyasi kimliğini, markalığını bırakmadan oradaki katılımcılarla kafa dengi olamaz. En azından ben böyle düşünüyorum.

Dedim ya, kimisini ajanslar, kimisini gönüllüler yönetiyordu bu ekantların. Kılıçdaroğlu’nu da biri gönüllü olarak yönetiyormuş. Sonraki tartışmalarımızda temsilci değil, gönüllü olduğunu söylese de; orada Kılıçdaroğlu’nu temsilen oradaydı. Starbucks masasından bozma bir tezgah açtı, “oy ver” yazılı etiket ve rozetler dağıttı. Rozet ve etiketlerde bir de Kemal Kılıçdaroğlu yazıyordu. Niyet, oy vermeye çağrı; herkes oyunu kullanmalı. Bir itirazım yok ve desteklerim de bu fikri..

Fakat “oy ver” yazan rozette bir belediye başkanı adayının ismi yazılıyorsa; bu rozetler yaklaşık 100 kişilik bir direkt kullanıcı grubuna stand açıp dağıtılıyorsa, daha önce LikeMind’lara katılmış bu kullanıcı, o gün orada kendi kimliğinin ötesinde Kemal Kılıçdaroğlu adı ile katılmışsa, etkinliğe çok fazla siyaset karımış demektir. Üstekik bu rozetler bende “Kemal Kılıçdaroğlu’na oy ver” imajı uyandırdı. O da ayrı konu…

Açıkçası salgın halinde gelen bu Sosyal Medya Çılgınlığı, bende o cepheye karşı giderek artan bir antipati oluşturuyor. Sosyal Medya’nın iyi bir reklam mecrası olduğunu kabul ederken, bu şekilde olmaz diyorum..

Son olarak, o gün Kemal kılıçdaroğlu’nu gönüllü olarak aramıza katan arkadaşın, bana karşı alınganlık gösterdiğini, yine Kemal Kılıçdaroğlu adı ile kendini savunduğunu biliyorum. Bu yüzden tekrar vurgulamak istiyorum ki sözlerim kendisine, Kılıçdaroğluna, Sarıgül’e ya da adı geçmeyen diğer siyasiler ve markalara değil; sosyal medyayı amaçları doğrultusunda hatalı kullanan, rahatsız edici bir boyuta getiren, -kendileri daahil- herkesedir.

Ha, markalar demiştim; hiçbirinin takip etmekten ileri gittiğini görmediğim için aktif oyuncular, siyasilerin üzerinde durmayı tercih ettim. Hep onlar mı bizim üzerimizde duracak?