Dün, Fazıl Say’ın Müslüm Gürses’in cenazesine çelenk göndermesi haberini “şaşırtan jest” başlığı ile verdi. Bazı çevrelerde de eleştirildiğini, “geri adım atmak” olarak yorumlandığını gördüm. Şaşkınlığın da, eleştirilerin de tek sebebi arabesk üzerine yaptığı yorumlardı. Oysa Fazıl, sanılanın aksine tam olarak kendinden beklenecek ve eleştirilmesi değil, anlaşılması gereken bir tavır göstermiştir.
Yazıma devam etmeden önce şunu belirteyim; ne Fazıl Say’ın aktif bir takipçisiyim ne de Müslüm Baba’nın. Fazıl’ın Nazım Orataryo’sunu, Müslüm Baba’nın Aşk Tesadüferi Sever albümünü çok beğenirim ancak iki sanatçının da üzerimde bıraktığı bir hayranlık yoktur. Buna rağmen aşağıdaki yazıda fikirsel olarak Fazıl’ı çokça savunacağım.
Her şeyden önce, bir defa Fazıl’ın kişilerle değil, fikirlerle, kavramlarla sorunları oldu her zaman. Dolayısıyla Müslüm Gürses ile de bir sorunu yoktu. Aksini düşünüyorsanız, bu sizin yakıştırmanızdır. (Müslüm Gürses’le de başka bir sebeple “kişisel” sorunu olabilirdi.) Sorunlu olduğu olgulardan biri de arabesk müzikti. Bu konuda çeşitli yorumlar yapıp, fikirlerini dile getirdi.
Adam “Arabesk dinlemek yavşaklıktır” derken, defalarca “bence” dedi. Çünkü bu bir itham değil, “fikir”di. Fakat bu cümle basına yansırken her nedense tüm “bence”ler yok edildi. Dahası, maksadını aştığını daha sonra kendisi de ilan etti. Bu fikre sahip olmasının sebebi de elbette kültürel ve müzikaldir. Arabesk teknik olarak, armonik olarak, teorik olarak ve dahi pek çok açıdan çok yetersiz bir müzik türüdür. Aslında bizim kültürümüze de ait değildir.
Bırakın da herhangi bir enstrümana tensel bir teması olmayanlar dahi müziği ve müzisyenleri (mesela Fazıl’ı) kolayca eleştirebiliyorken, sadece kağıt kalemle bile beste yapabilen bu adam üzerine eleştiriler yapabilsin, fikir beyan edebilsin. Kaldı ki mesele kültürse, Fazıl İstanbul, Mezapotamya ve Hezarfen üzerine senfoniler bestelemiş ve bunu yaparken Türk müziğinden etkilenmiş, makam kullanmış bir bestecidir.
Batıya da hitap edecek bir müzik bestelerken, Türk müziği makamlarını, enstrümanlarını (ki ney kullanması çok enteresandır bana göre) kullanarak bizim kültürümüz olmayan Arabesk’i sevenlerden daha çok bizim kültürümüze sahip çıkıp dünyaya dinletiyor.
Ve Fazıl, çok insancıl bir adam. İnsan olarak, bir başkasının ölümünden mutluluk duymaz. İnsan olan, insanın acısını paylaşır. O da böyle yapmış. Müslüm Gürses, Türklerin çok değer verdiği, önemli bir yorumcuydu. Fazıl da bu insanın ölümünden doğan üzüntüyü paylaşmış ve bunu göstemek için bir çelenk yollamıştır.
Bu bir geri adım değil, daha önceki mektubunda da belirttiği gibi el uzatmadır. O gün “Müslüm Baba’ya sahip çıkarım” demişti, bugün cenazesinde yaptığı jestle paylaştığı üzüntüyü olması gerektiği gibi bir edepte göstermiştir.
Fazıl Say’ı eleştirenler; kaçınız fikirleri, dini, dili, ırkı, cinsiyeti, boyu, kilosu, rengi vs. sebeple parmakla gösterdiğiniz kimselere el uzatabiliyorsunuz? Kaçınız Fazıl’ın uzattığı ele olumlu bir yanıt verdi? -Ömrü uzun olsun- Fazıl Say bir gün aramızdan ayrıldığında, aynı içtenlikle sevenlerinin acısını paylaşabilecek misiniz? Cevabınız “hayır”sa, Fazıl sonuna kadar haklıdır.
Fazıl Say’ı aklama girişimi olmuş. Uzun olmuş, başarısız olmuş.
Aklanması gereken bir şey olduğunu düşünmüyorum. Olsa dahi elin adamını aklamak bana mı düşer? Ben konu üzerine fikirlerimi yazdım.
son derece başarılı olmuş yazınız, tamamen tarafsız yazılmış.
Ne yazik ki ilk yoruma katiliyorum ben de…
Katılabilirsin elbette. Böyle düşünmen de “yazık” değil. Cümleye öyle başlamana lüzum yoktu.
Ama kabul et; mantıklı değil. Fazıl şahsen tanımadığım bir adam. Avukatları var, bütün dünyada tanınıyor, medya ayağının altında… Bana mı kaldı aklamak? Ben mi aklayacağım onu?
Ve gerçekten aklanacak ne var? Yazının tamamını gerçekten okudun mu?