Alt tarafı bir sergiye, bir tiyatroya gittik; yaz yaz bitmiyor. Ben bile yazarken sıkıldım ama yazılması gereken şeyler olduğu için yazıyorum. Önce bir yazı yazmayı planladım. Sonra sergi, tiyatro ve yolculuk için toplam üç yazı olsun dedim. Şimdi ise serinin beşinci yazısını yazıyorum ama bitiyor. Bu son! Artık başka başka yazılarla devam edeceğim. Doğrudan bu yazıya gelenler için durumu özetleyeyim. Arkadaşım Ozan Eicher ile birlikte Van Gogh Alive sergisine gitmeye karar verdik. Ardından biraz da tesadüfler yolumuzu 3. Türden Yakın İlişkiler – Başlangıç oyununa yönlendirdi. Bu yüzden o güne “Kültür Günü” adını verdik. İlgili yazılarda hem sergiyi hem de oyunu yorumladım ama tekerlekli sandalye ile bu günü hem kararlaştırmak hem de yolculuğa çevirmek çok da kolay değildi. Hepsini uzun uzun, sıkıcı bir dille anlattım. Şimdi, bu son yazıda tiyatrodan bahsedeceğim.
Akatlar Kültür Merkezine (“Akatlar” diye devam edeceğim) gitmek için uzun uzadıya yollara başvurmadan, taksiyle gittik. Zaten oraya rahatça erişmemi sağlayacak bir toplu taşıma aracının da varlığından emin değilim. Üstelik yorgunduk. Ben yazıyı biraz Akatlar özelinde sürdüreceğim ama siz Akatlar’ı kızım diğer salonları da gelinim sayın. Ben size söyleyeyim, artık kim ne anlarsa da kabulümüz olsun.
Akatlar’ın kapısında taksiden inip hemen içeriye girdik. Ozan gişedeki görevliye Doğa Rutkay’ın davetlisi olduğumuzu söylemeye çalışırken, daha diyalog tamamlanmadan merdivenlerden yukarı doğru biri gelip bizi karşıladı, tanıştık.
Even, hemen önümüzde merdiven vardı. Konu da bu zaten. Hem beklendiğim için hazırdılar, hem de herkes o kadar iyi niyetli ki; hemen başkaları da yanımıza geldi. İki kişi o dimdik merdivenlerden beni tekerlekli sandalye ile taşıdılar. Tabii bunun davetli olarak gitmemle ilgisi yok. Sıradan bir izleyici olarak gidip rica etseydim aynı özeni göstereceklerini biliyorum. Ancak tüm bu olasılıkları da hesap ederek oyundan çok evvel içeri girmiştim.
Oysa bu gibi merdivenler için çok basit çözümler var. Katlanabilir (kimsenin yolunu kapatmayan), elektrikli taşıyıcılardan bir kenara saklanabilecek portatif rampalara kadar pek çok çözüm var. Bunlar düşük maliyetli, çok işlevli ve tabii ki gerekli düzenekler. Eğer oraya yalnız başıma, toplam ağırlığı benimle 100 kilo gramı geçen akülü tekerlekli sandalyem ile gitseydim ancak 3-4 kişi, acı çekerek yardımcı olabilecekti. Üstelik, kimsenin yardım etmek gibi bir zorunluluğu olduğunu da düşünmüyorum. Belki ahlaki bir gereklilik sayabiliriz ama zorunluluk değil.
Aşağı indiğimizde oyunun başlamasına en az yarım saat vardı. Biz henüz kapısı açılmamış salona giriş yaptık. (Evet, kapının içinden geçtik.) Büyük bir salondu. Kapı girişi salonu enlemesine ikiye bölen yay biçimli bir koridor gibiydi. Yani koridorun yukarsında ve aşağısında koltuk sıraları vardı. İlk başta bu sırada durmaya karar verdik. Tekerlekli sandalye ile sıranın neresinde durursam durayım, insanların yolu kullanabilmesi için üzerimden atlaması gerekecekti. Bu yüzden salonun aşağısına inmeye karar verdik.
Beni rahat ettirmek için elinden geleni yapan bu adamlar, bu defa yine tekerlekli sandalye ile beni sahne önüne kadar taşıdı. En ön sıranın bir adım önündeydim. Burada alan daha geniş olduğu için kimsenin yolunu kesmeyecektim. Ancak başka bir sorun oluştu. Sandalyem, arkamda duran iki koltuğu birden iptal ediyordu. Onlar çok fazla önesemese de ben rahatsız olup koltuklardan birine oturmak istedim. Ancak koltuklar benim fiziksel durumuma çok aykırıydı. Bu yüzden rahat edemedim. Neticesinde ben tekrar sandalyeme geçip ön koltukların birinin önüne, oturanları en az rahatsız edecek biçimde yerleştim. Böylece maksimum konfor ile oyunu izleyebildim.
Oysa çözüm yine basitti. Mesela Akatlar özelinde konuşacak olursak, o orta sırada eğer üç ya da dört koltuk kaldırılırsa (bunun örneğini Profilo AVM salonunda gördüm) en azından tekerlekli sandalyeli iki kişi de kimseyi rahatsız etmeden, bir yardıma ihtiyaç duymadan, huzur içinde oyun izleyebilir. Bir çok salon için de benzeri çözümler üretilebilir. Bu konuda aklıma gelen tek handikap, salon yöneticilerinin 3-4 koltuk daha az kazanma endişesi. Başka bir sebeple uygulanamaz gelmiyor bana. Ancak inandığım şey şu ki; bu iş yaygınlaşır ve salonlar “burada tekerlekli sandalyeliler de oyun izleyebiliyor” diye bağırırlarsa, o koltuklar hiç boş kalmaz.
Bu konuda tüm derdim de bu zaten. Eğer şartlar böyle olmasaydı benim de bugüne kadar çocuk oyunları dahil izlediğim oyun sayısı beşten (5) fazla olurdu. Bu kadar az oyunu sahnede görmek beni sahneye ne kadar uzaklaştırıyorsa, salona önceden girmek ve arada dahi orada kalmak bir o kadar heyecanlandırmıştı. Bu defa diğer yazılar gibi anlatmayacağım ama tüm ekibin oradan oraya koşturup gösterdiği özen, masada duran çakmağın bile oyun öncesi yeniden kontrol edilmesi, ikinci perde başlamadan evvel her şeyin yeniden toparlanıp temizlenmesi benim için sahnedeki performans kadar etkileyiciydi. İzlerken, yine o hep yaşadığım kıskançlığı hissettim. Oranın bir parçası olmak istedim. Oysa daha izleyemiyordum bile…