(Görsel kaynağı şurası)

(Görsel kaynağı: şurası)

Sayın Cumhurbaşkanım Abdullah Gül;

Ben yaklaşık 15 yıldır aktif biçimde internet kullanan bir bireyim; vatandaşım. İnterneti oyun oynamak, araştırma yapmak, alışveriş yapmak, film izlemek, haber okumak, sohbet etmek, yayın yapmak gibi birbirinden farklı birçok amaçla kullanıyorum. Size ulaşacağı şüpheli olan bu mektubu da yine internet üzerindeki yayınım olan blogumdan yazıyorum.

Ancak bugün, 5 Şubat 2014 akşamı yasalaşan 5651 sayılı kanunun düzenlenmesine ilişkin tasarıyla birlikte interneti maalesef aynı amaçlarla, aynı yoğunlukta kullanamayacağıma dair şüphelerim var. Endişelerimi, yazdığım bu açık mektupla size ve bu bloga -hâlâ- erişim sağlayabilen internet kullanıcılarına iletmek istedim.

İnternet kullanıcılarına sunulacak filtre seçeneklerinin tartışıldığı ve kabul edildiği 2011 yılının ilgili döneminde yaptığınız açıklamaları ilgiyle takip etmiştim. Bunu söylemem kabalık mı olacak bilmiyorum ama yorumlarınızdan anladığım en önemli şey konu üzerine yeterince bilgilendirilmiş olmamanızdı.

O tarihte Türkiye’de hiçbir filtreye bağlı olmadan, herkesin erişimine kapalı olduğu bilinen site sayısı 5000 civarıydı. Aradan geçen 3 yılda bu sayı 40.000’e kadar ulaştı hatta aştı. Bu sayı, -hiçbir şeffaflık belirtisi olmadığı için- sadece bizim farkedebildiklerimizden ibaret.

Yani Türkiye’de halihazırda süren bir internet sansürü zaten vardı. 5651 sayılı yasanın son hali ile de erişim engellemenin önündeki tüm zorluklar kalktı. Artık TİB’in ve hakimlerin hiçbir yargılama yapılmaksızın 24 saat içinde (bazı durumlarda bu süre 4 saat) karar vermesi ve erişim engellemenin uygulamaya konması gerekiyor.

Bu yasaya göre, şu mektubu yazdığım blogum bile ben öğle yemeğimi yerken, haberim olmadan sehven ya da kasten kapanabilir. Bu durum beni korkutuyor.

Maalesef yasanın getirdikleri bunlarla sınırlı değil. 5651 sayılı kanunun yeni hali, “URL engelleme” yöntemi neticesinde tüm trafik bilgimin izlenmesini, bilgilerimin (yerine göre çok güvensiz ortamlarda) yer sağlayıcılar tarafından 1 yıldan 2 yıla kadar saklanmasını, TİB’in kişisel bilgilerime -savcılık ya da mahkeme kararı olmadan- canı istediği zaman ulaşabilmesini, servis sağlayıcıların alternatif erişim yöntemlerini (bu yöntemlerin asıl amacı engelli sitelere erişmek değildir) kapatmasını gerektiren maddelerle donatılmış durumda. Konuyla ilgili hukukçular da anayasaya aykırılığından sözetmektedir.

Bu yasanın durdurulması için şüphesiz en önemli karar size aittir.

Sizden bunu beklediğim için beni “saf” olarak görenler var. Yasanın ikinci kez önünüze gelmesi halinde veto edemeyeceğiniz için önemi olmadığını düşünenler var. İktidarın isteğiyle önünüze gelen hiçbir yasayı veto etmeyeceğinizi düşünenler var. Ben hiç öyle düşünmediğim için samimiyetle bu mektubu yazıyorum.

2013 Mayıs ayının sonunda başlayan ve “Gezi Parkı Olayları” olarak anılan protesto sürecinde Türkiye’de internet kullanımına dair bir devrim yaşandı. Sosyal medya kullanıcıları yaşanan olayları anbean fotoğraflarla, video’larla, düz yazılarla başta Twitter olmak üzere çeşitli platformlarda “haber” ürettiler.

Bu haberler yaşananlar üzerine hemen herkesi bilgilendirdiği gibi, polis şiddeti ile yaralanan, boğulan binlerce kişiyi doktorla buluşturup hayat kurtardı. Sebepsiz, şiddet uygulayarak -kimisi çocuk yaşta- gözaltına alınan vatandaşları avukatlarla buluşturarak özglüklerine kavuşturdu.

Bütün bu iletişimin sosyal medyada yaşanmasının en büyük sebebi ise konvansiyonel medya üzerindeki (şimdi internete sıçrayan) yıpratıcı sansür ve otosansür baskısıdır. Çünkü devletin uyguladığı polis şiddeti internetten yapılan canlı yayınlarla aktarılırken, konvansiyonel medyadaki haber kanalları penguen belgeselleri yayınlıyordu. Muhtemelen bu sebeple olacak ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da “sosyal medya bir baş belasıdır” dedi.

Aslında Gezi Parkı Olaylarının sebebi de yaşam alanları ve biçimlerinin sınırlandırılmasıyla ortaya çıkan, tüm görüş bildirme hakkımızın elimizden alınmasıyla ortaya çıkan, sansürün bir başka türü, özgürlüklerimizin kısıtlanmasıydı. Yani Gezi Parkı Olayları internet sansürünün dışında kalan bir konu değil. Aksine, tam bir parçası.

Elbette bu süreçte sosyal medya üzerinden dezenformasyonlar da yayıldı. Üstelik protestoları destekleyen ve desteklemeyenlerden ayrı ayrı yanlış bilgiler sosyal medyaya servis edildi. Sosyal medyayı ilk kez bu süreçte kullanmaya başlayanlar bir süre yanılgıya da düştü. Ancak kısa sürede dezenformasyonu ayırt etmeyi ve yaymamayı öğrendik. Üretilenler boşa gitti. Kaldı ki; hiçbir şekilde bilgi alamamaktansa yoğun bir bilgi akışının içinde gerçeği ayıklamayı tercih ederim. Fakat hükümet kendi kontrolünde olmayan hiçbir bilgi akışını meşru görmediği için daha o vakitler sansürü kulağımıza fısıldamaya başlamışlardı.

Gezi Parkı Olaylarının ardından ülke gündemini en çok meşgul eden ve etmeye de devam eden mesele 17 Aralık 2013’de başlayan yolsuzluk operasyonu. “Yolsuzluk var mı yok mu”, “varsa kimler bu işin içinde” gibi soruların, tartışmaların yeri bu mektup değil elbette.

Yine de 17 Aralık’ta başlayan sürecin bu mektupta yeri az değil. Yolsuzluk iddiaları doğrudan 5651 sayılı kanunun düzenlemesini hazırlayan ve tasarıyı meclisten geçiren AK Parti hükümetini hedef alıyor. Hemen her gün hükümet aleyhine, yolsuzluğu belgelemek amacıyla yeni bir ses kaydı veya tapesi internet üzerinden servis ediliyor. Üstelik bu iddialardan bazıları yine konumuzla ilgili: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bazı yayın kuruluşlarını arayarak canlı yayını durdurma, kayan bant metnini sildirme emri verdiği iddia ediliyor. Yani yine bir sansür iddiamız var.

Bu ses kayıtlarının, tapelerin, diğer belgelerin yayınlanmasınının doğruluğunu tartışmayacağım. Bu paylaşımlar arasında hukuksuz ne varsa gerektiği gibi yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır.

Asıl dikkat çekmek istediğim şey, milyar dolarların konuşulduğu bir yolsuzluk iddiasında bizim tek haber kaynağımızın yine internet olmasıdır. Üstelik bu defa dezenformasyon yayılımı da daha az. Servis edilen haberler ve yayınlanan belgeler -doğru ya da yanlış- hükümeti ve AK Parti’yi mağdur edecek cinsten.

İşte tam bu süreçte, apar topar hazırlanan bir yasa tasarısının hızla meclisten geçmesine söyleyebileceğim tek şey: Zamanlaması manidar. İnsan gerçekten hayret ediyor.

Sayın Cumhurbaşkanım;

Yaptığınız açıklamalardan, attığınız tweet’lerden, Twitter’a zaman ayırma çabanızdan, paylaştığınız samimi fotoğraflardan anladığım kadarıyla siz de benim gibi özgürlüklerden yanasınız. Eminim aklınız, vicdanınız, hayat görüşünüz de internet erişimi olan her bireyi fişlemeye müsait, şimdi açık olan yayının 4 saat sonra kapanmasına olanak sağlayan bu sansürcü yasayı kabul edemez. Eminim siz, bu yasakların interneti “özgürleştirdiği” iddiasına katılamazsınız.

Sayın Cumhurbaşkanım;

Lütfen interneti sansür altına alan bu yasayı veto edin.

Düzenleme (18.02.2014): Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yasayı onayladı. Sansürlü ve izlenmeli internetimiz hayırlı olsun.