Gazeteciler ve blog yazarları arasında sanal bir polemik yaratıldığı dönem Gazeteci vs Blog Yazarı başlıklı bir yazı yazıp fikirlerimi paylaşmıştım. Şimdi böyle bir gündem yok zannediyorum. Dün gece blog yazarlığından kitap yazarlığına geçen PuCCa [1] [2], Muhabbet Kralı’na konuktu. Okan Bayülgen sordu: “blog yazarı ve yazar arasında ne fark vardır?” Tonlaması bana “fark yoktur” cevabını da veriyor gibi hissettirdi bana. Ancak soru “fark var mı?” olursa, “vardır” veya “yoktur demek de çeşitli şartlara göre değişmekte ya da zorlaşmaktadır. (görsel burdan)

Kitaplar edebi eserlerin yanında eğitim, biyografi, kişisel gelişim vb. kategorilere ayrıldığı gibi bloglar da daha spesifik kategorilere ayrılabiliyor. Örneğin teknoloji, fotoğraf, moda gibi. Kitaplarda da bu kategorizasyon olabilse de, bir fotoğraf kitabı ekseriyetle ya bir sergidir ya da bir eğitim kitabı. Ancak bir fotoğraf blogunda farklı içeriklerin biraradalığı sık görülür. Niş yayın yapan bloglar daha çok her bir içeriğini hazır olduğunda -yani yeni sayıyı beklemeden- gördüğümüz aylık dergiler gibidir. Bu yazımda, bu tanımlamalardaki kitap ve bloglardan bahsetmeyeceğim.

Yaşam blogları (kişisel bloglar) ise bu yazının temel ögesidir. Kitap ve blog yazarı kıyaslamasında ana unsurun edebiyat gücü ve içerik niteliği olduğunu gözlemliyorum. Ben bir kıyaslama yapılması gerektiğini zaten düşünmüyorum. İşin esası basit: Düşünen, düşündüğünü aktaran ve en önemlisi yazan her insan değerlidir. Yazmak, konuşmaktan ve bazen susmaktan daha güçlü olan iletişim biçimidir. Üstelik yazarken, konuşurken gözardı ettiğimiz ifade eksikliklerini öyle dikkat etmeliyiz ki; yazarak konuşmadaki ifade biçimimizi de kuvvetlendiririz.

Tabii Okan’ın sorusu yalnızca ona ait değil. Bu soruyu soranlar ve sorarken de blog yazarını küçümseyenler az sayıda değil. Bu yüzden kendi adıma, cevap niteliğinde bu kıyaslamayı yapmak istiyorum. Okunacak bir eserin mutlak gerekliliğinin iyi bir imla olduğu kanısındayım. (İmlanın gerekliliğinden bahseden bir yazı planım hala öteleniyor) Blog yazarları genellikle bu konuda sınıfta kalıyor gibi. Enteresan olan, sosyal medya ünlü oldu olalı gözlemlediğim şey aslında pek çok yazar, gazeteci, oyuncu, müzisyen imla konusunda hiç başarılı değil. Kıyasladığımız kitapların bir editörün elinden geçmeden önceki halini de görmeden bir suçlamaya girmek doğru değil. Burada benim de bir iddiam yoktur. Sadece dikkat edilmesi gereken bir fark olarak sunuyorum.

Yaşam blogu tutan biri, günlük hayatında olup biteni, gündem hakkında fikirlerini, sevdiklerini, nefret ettiklerini, deneyimlerini yani kendi yaşamını paylaşır. Ben ürettiğim içeriklere edebi bir değer katma çabasında olsam da bu gibi bir içeriğin edebi bir değere sahip olması gerekmiyor. Blog yazarı edebi değerden yoksun bir ifade şekliyle herhangi bir şeyi anlatabilir. Konuşma dilinde de insanların sıklıkla edebiyatı kullandığı görülmemektedir. Bu edebiyat yoksunluğu esasen bir eksik değil, yalın bir ifade biçimidir. Belki de bu yalınlık aslında farkında olmadığımız bir edebi biçimdir.

Kitap da, blog da ego sahibi insanlar tarafından, okunmak için yazılır. “benim de bir fikrim var ve bunu anlatmalıyım” dürtüsü ve takdir edilme arzusu biraradadır. (Tenzih edilecekler yok demek değil.) Biz bunu yazmasak bile -insani olarak- takside, serviste, okulda, kahvehanede, iş yerinde, sokakta, evde, her yerde yapıyoruz zaten. Her yerde gerçekleştirdiğimiz eylemi kalıcı ve daha kitlesek hale getirirken kullanılan medyanın (aracın) kitap ya da blog olmasında da bir fark yoktur.

Okur açısından önemli olan içeriğin niteliğidir.  Eğer yazar, okuruna -okuyanın bakışıyla- okumaya değer bir şey sunuyorsa doğru noktadadır. Okumaya değer şeyler üretip blogda paylaşmak içeriğin ve yazarın değerini düşürmezken, dikkate alınmayacak yazılar da 8 cilt kitap olsa ne kendisine ne de yazarına bir değer katar.

İçeriğin ya da yazarın değerini ölçmek için kendimizce yöntemlere başvurabiliriz. Nihayetinde değer kriterleri belirleyen bir belge yok. Yazarın üslubu, yazının edebi gücü, imla hataları, blog ise tasarımı, kitap ise kapağı, içerik konusu, yazarın yaşı, yazarın eğitimi, yazıda kullanılan punto, kitabın/blogun ne kadar popüler olduğu gibi makul ve/veya saçma kriterlerle bir değerlendirme yapabiliriz. Hiçbir şartta içerik üreten bir yazar medya olarak blogunu kullanıyor diye değersiz olamaz. Mesele yalnızca kitap çıkartarak değerli olmaksa, bugün 1000-1500 lira gibi bir meblağ ile yazılarınızı teslim ettiğinizde kitap olarak size sunup, tüm reklam ve dağıtım işleri ile ilgilenecek yayın evleri de var.

Tabii blog ile başlayıp kitap da yazan eleştirilince, insan şüpheye düşüyor. Acaba mesele kitap da mı değil? Başka bir şey mi olmak lazım o değeri taşıyabilmek için? Mesela haftada 3 kitap okuyan bir millet olduğumuz için mi çok hafif geliyor blog yazarının yazdıkları? Yok ama, o kadar okuyor olsaydık içeriğe önem vermeyi de kavramış olurduk. Kesin okumaya alışık olmadığımız için, 3-5 tane de yazar adı bildiğimiz için onlar gibi “anılmayan”ı kabul edemiyoruz.

Birileri çok kötü blog yazabilir. Birileri de çok kötü kitap yazabilir. (neye göre?) Ancak okuruna hitap eden, yazmak için amacı olan, anlatacak sözü olan her yazan aynı emeği harcar.

Ben bir iki paragraflık bir yazı için dahi saatlerimi harcıyorum. Bazen yazımı tamamladığım süre günlerle ölçülüyor. Bildiğimden emin olduğum şeyi dahi araştırmadan yazmıyorum. İmla hatası yapmamaya gayret ediyorum. Sadece imla değil, kullandığım sözcük sayısını zengin tutmaya ve sözcük tekrarı yapmamaya da özen gösteriyorum. Çokça kendimden bahsediyorum blogumda ama sıradan bir günümü anlatırken dahi çoğunluk için okunur kılma çabasına giriyorum. Yazılarıma edebi değer katmaya çalışıp, sıradanlaşmamaya çalışıyorum. Herkes için anlaşılır olmak ama bir o kadar da basit olmamak için dengesiz bir noktada hareket ediyorum. Yazılarımda küfür, argo gibi çok normal bulduğum ama başkalarını rahatsız edebilecek sözlerden kaçınıyorum. Gerekmedikçe yabancı dildeki sözcükleri yazılarıma serpiştirmiyorum. Başkalarının ürettiği içerikleri tekrarlamıyorum. Ola ki bir basın bülteni aktarmam gerekse, okuyup kendim yeniden anlatıyorum. Daha pek çok detayı yoksaymadan yazıyorum.

Yukarıda yazdıklarım bir blogdan beklediklerime tekabül ettiği için kendimi övüyor gibi oldum. İşin aslı öyle değil. Blog yazarken dikkat ettiğim hususları yazarken kendime değil okuruma verdiğim değeri anlatıyorum. Ama 2 kişi, ama 2000 kişi; sayısı önemli değil bir okur grubuna sahibim. Benim egomu tatmin eden, başarılı olduğumu hisettiren şey de okunmak ve “okuyandan” eleştiri almaktır. İşbu halde ben yazar olarak okuruna değer veren nitelikte içerik üretmekle yükümlüyüm. Başarırım, başaramam; o başka bir mesele.

Ben doğru bir içerik üretmek için çabalarken, sıfatım blog yazarı olduğu için neden daha az değerli olmalıyım?