Bir süredir yazmak istediklerim, anlatmak istediklerim var. Aslında şu günlerde herkesin söyleyecek çok sözü var. Bazıları susmadı zaten. Kimileri güzel, kimileri acı, kimileri saçma sapan konuştu durdu. Ben sustum, izledim. Yazmayı da, yazacaklarımı da düşündüm. Karar verdim. Sonra “sus” dedim, “bu gürültüye bir ses daha eklemeye lüzum yok”. Ben yazmadım. Sadece düşündüm.

Önce şehit haberleriyle sarsıldık. Üstelik, bir gün öncesindeki 5 şehit haberi hiç kimseyi görünürde etkilememişken, ertesi gün şehit sayısı yirmi altıyı bulunca, medya adeta ulusal bir yas ilan etti. Bir günde ne değişti hiç anlamadım. Bir günde ölenlerin sayısı mıydı önemli olan yoksa bugüne kadar bir hiç uğruna ölenlerin çokluğu muydu yine anlamadım. O yirmi altı can daha mı değerliydi önceki gün şehit olan beşinden, yoksa unutturmuş muydu bugüne kadar yaşadığımız acıları? Ne oldu da bu sahte gördüğüm yas havasına büründük?.. Eğer yas tutmamız, acı çekmemiz, üzülmemiz gereken bir şey varsa, bu ne 18 Ekim’de verdiğimiz 5 şehit, ne de 19 Ekim’de verdiğimiz 26 şehittir. Benim acım, hala buna izin veren, bugün acımız geçse de yarın yine acımasına sebep olan politikadır. Beni acım, kemiğe dayanan bıçağın bata çıka körelip daha çok can yakmasıdır.

Bu geçici, sahte görünümlü ulusal yasın bitmesine, birilerinin gündüz kuşağında yeniden göbek atmasına 1 gün kalmıştı ki; bu defa Van’dan gelen deprem sarstı her birimizi. Yine üzüldük giden canlara. Ben herkesi uyandıran 17 Ağustos depremine rağmen, hiçbir şeyin değişmemiş olmasına üzüldüm. Aslında bu defa çok ses çıktı. Herkes sorguladı: “ne oldu vergiler”, “neden hiçbir şey değişmedi”, “neden dağıtılamıyor bu yardımlar” ama ne farkeder ki? Sonuç ortada ve biz bu acıyı bir gün yeniden yaşayacağız. Yine hiçbir şey değişmeyecek.

Tesadüfe bakın ki; bizi yasa boğan şehit haberinin akabininde yaşanan deprem Van’daydı. Hem terör örgütü üyelerinin, hem de bu terör meselesinde herkesin alet ettiği Kürt’lerin yaşadığı Van. Yine birilerinin sesi yükseldi, ne acı… Birileri “Türküm” dedi, “adalet yerini buldu” diye sevindi. Birileri de “Kürdüm” dedi, “Türk bayrağı göndermişler, tuvalet kağıdı ihtiyacımız vardı” dedi.

Tüm bu seslerin karşısında atılan karşılıklı adımların, yapılan yardımların sesi öyle gürdü ki; bu çirkinlikleri bastırdı gitti. İnsanlar Türk-Kürt demeden gidip enkaz kaldırdı. Oradaki Van’lı yardım edene “bir gün düşersen ben de seni kurtaracağım” dedi. Orada ölenlerin insan olduğu farkedildi. Belki  hiç öyle düşünmeyenler bile yardıma koştu.

Farkedilmesi gereken daha büyük şeyler vardı aslında. Bu savaşı, ayrımı, kavgayı halklar yaratmadı. Bir yanda terörü besleyen devletler, bir yanda yıllardır sözü geçen “orta doğu” sözleri, bir yanda Kürt’leri kışkırtan bir terör örgütü, bir yanda daha önce hiç duymadığımız “kürt meselesi” tamlaması derken, pek de anlaşılmaz bir noktaya geldik. Üstelik yarın depremin acılarını unuttuğumuzda, bazı devletlerin üzerimizdeki oyunları da sürecek. Görmeyeceğiz. Daha çok kavga, daha çok terör, nefret, ayrım göreceğiz. Daha büyük depremlerimiz de olacak… Olmasa ya…

“Van İçin Rock” yazdım başlığa, ondan hiç sözetmedim. Oysa yazdıklarımın özetiydi bu konser. Dün gerçekleşti. Tam 40 sanatçı/grup katıldı. Sadece Twitter’daki bir mesajla, 14 saat içinde organize olundu üstelik. 12.500 kişinin bilet aldığı ve tüm gelirin Van’a bir okul olarak dönecek bu konserde sahnede 300’e yakın müzisyen gönüllü çaldı. Organizatörü, ışıkçısı, güvenliği, sesçisi… Hepsi gönüllü çalıştı. Seyirciler, aldıkları biletle yetinmeyip 4 tırı da yardım malzemesiyle doldurdular…

Önemliydi bu konser. Kimisi eleştirdi, “onlar orda acı çekerken siz eğlenecek misiniz” diye. Oysa kimse eğlenmiyordu. Ve kimi zaman eğlenmek, acıları yok saymak da değildir. Bazen insan en ağlanacak haline güler. Yapacak daha iyi bir şey yoktur çünkü. Ama bu öyle değildi. Battaniye üreten battaniye yolladı Van’a. İnşaatçı olan Okul yaptıracağım dedi. Sanatçı da karşılığında para kazandığı emeğini hediye etti depremzedelere. Ellerinde başka ne vardı ki?

Mesele şimdi siyasi değil. Dün Van’da olan deprem, yarın İstanbul’da olacak. O vakit tartışacak hiçbir şeyimiz de olmayacak. Ne siyaset, ne milliyet. Ama yine aynı acıları yaşayacağız. Şimdi de mesele bu değildi. Ülkenin zor geçirdiği bir dönem için bir şeyler yapmak lazım. Elbette ki birileri televizyonda milyonlar dağıtacak ve bu gerekli. Elbette ki yardımlar toplanacak, ulaştırılacak. Fakat bir de birlik olmak, bir arada bir çabayı “sergilemek” ve belki bir parça da güç gösterisi yapmak lazım.

“biz buradayız, bir aradayız ve dağılmayız” demek lazım. Bu bazen insanları ayıranlara, bazen derpem vergileriyle duble yol yapanlara, bazen de halk gücünün farkında olmayan başka başka insanlara söylenir. Dün bu konserda çalışan 500’ü aşkın adam, 300’e yakın sanatçı, -kapıdakiler hariç- 12.500 biletli seyirci bunu gösterdi. Bu bir ilkti üstelik.

Ne bir halk konseriydi, ne onlarca sponsoru olan bir festivaldi. Kolay değildi. Her şey 4 gün içinde hazırlandı. Muhtemelen kimse prova yapamadı. Gün boyu bekleyip, sahneye maksimum 10 dakika çıkmak, işini yapıp gitmek de kolay olmamalı bir performans sanatçısı için. Kimse tam teçhizat çıkamadı bile. 12 saatte 40 davulcu aynı davula baget sallayıp durdu. Herkes başka şey konuştu, herkes başka şarkı çaldı. Kimisi konuşmadı bile. Ama susanın bile söylediği aynıydı.

Organizasyonun başında adı olan Güneş Duru ve Nadir Duman’la birlikte aşağıda -sahne sırasına göre- isimleri yer alan sanatçılara ve ismi hiç anılmayan, seyirciler dahil herkese kendi adıma teşekkür etmek istedim. Keşke biraraya gelmek için de, hesap sormak için de depremler yaşamayı beklemesek. O zaman hiçbir sarsıntıda yıkıntılarımız da olmayacak.

Hayko Cepkin, Model, Marsis, Barlas, Dilemma, Aydilge, Cem Köksal, Demirhan Baylan, Ayşe Saran, Direct, Çilekeş, Mabel Matiz, Foma, Can Bonomo, Tnk, Gece Yolcuları, Multitap, Gece, Aylin Aslım, Feridun Düzağaç, Ete Kurttekin, Öztürk, 4×4, Demir Demirkan, Emre Aydın, Melis Danışmend, Aslı, Haluk Levent, Malt, Pamela, Gripin, Duman, Özge Fışkın, Yüksek Sadakat, Moğollar, Kurban, Redd, Mor ve Ötesi, Ogün Sanlısoy, Şebnem Ferah