Etiket: yazmak

Konuşmak yazmaktan daha zor geliyor

konusmaBu başlığı bir piyanist-şantör bestelesin de tavernalarda hoş gelenler eşlik etsin diye atmadım elbette. Durumu daha net izah edebilecek bir cümle kuramadım, yazının içeriğini bir başlık için daha tanımlayamadım. İki cümlede neden aynı şeyi tekrar ettim, onu da anlayamadım.

Bu yazarken, yani fiil halde yazma işini sürdürürken çok net farkettiğim bir şey. Yazarken kendimi o kadar doğru ifade edebiliyorum ki… Yani bunu güzel, iyi anlamında demiyorum. O ayrı bir konudur. Demek istediğim, aklımda ne varsa, ne düşünüyorsam direkt olarak onu aktarabiliyorum yazarken. Tam ihtiyacım olan cümleleri, doğru şekilde sıralayıp derdimi anlatmaya en uygun cümleleri sıralayabiliyorum.

Özellikle böyle olduğunu gördüğüm her yazımda, neden konuşamadığıma hayıflanıyorum. Benim düşüncelerim, benim hislerim. Fakat hemen hiçbir zaman sese doğru bir biçimde dönüşmüyorum. Yazılarımda kelime çeşitliliği gösterme çabam var ve hatta bu kendi halinde bir otomasyon oluşturmuş olduğu halde, konuşurken bu sözcüklerin bir çoğunu kullan(a)mıyorum. Ve dahası zaman zaman sözüm kesiliyor, ne diyeceğini bilemez olabiliyor ve dahası kekeliyorum.

Bir anlamda istemli olmasa dahi kendimi ve en önemli iletişim kaynağımı bizzat engellemiş oluyorum. Elbette düşüncelerimi her an, herhangi bir şekilde anlatabilmem mümkün. Yazarak, resim çizerek, fotoğrafla, grafikle ve başka şeylerle. Fakat o an, yüzyüzeyken gereken şey, benim için daha zor olan konuşmak.

Neden böyle?..

Kasım 16 / 2009
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden..
Yorumlar 5 Yorum

Çözdüm ben bu blog işini

blogZaman zaman, hatta belki sık sık bahsediyorum yazmaya olan ilgimden. Blogumu da genellikle yazmak için kullanıyor, dolu dolu yazacak bir şeylerim olmadıkça yazmayı erteleyebiliyorum.

Önceki akşam uzun uzun yazı yazmadığım, küçük paylaşımlarından birini yaptım. Daha cumhuriyet öncesi bir zamana dayanan Galatasaray Fenerbahçe maçı biletini paylaştım. Beraberinde de tarihten bir iki bilgi paylaştım tabi. Ancak Google’da bulunması 30 saniyeyi aşmadan bulunan bilgileri basitçe, kendi dilimde yazdım. Birkaç dakikada da tüm girdiyi tamamladım.

Bu girdi sayesinde blogum kendi rekorunu kırdı. Bugüne kadarki en yüksek ziyaretçi rakamına dün ulaştım. Üstelik ilgili girdi tek başına bu rekoru kırmaya yetti.

Tabii ki blogumun daha çok insana ulaşması, daha çok ziyaretçi gelmesi beni mutlu ediyor. Mutlaka bilet için gelenlerin 1/100’ünü olsun okur olarak kazanabiliyorumdur. Bu anlamda mutluyum. Fakat bu tür içerikler bana gereksiz geliyor bir blog için. Tamam, o bilet benim için özel bir içerikti bu konuda yazmasam da. Ancak genel olarak kolayca bulunan içerik kopyalarını gereksiz buluyorum. Blogumdaysa asıl ziyaretçi kaynağımın okur kitlesi olmasını umuyordum.  Ama benim kötü bir yazar olmam dışında kalan ihtimal, ziyaretçi kazanmak için Futbol, kadın, erotizm gibi konularda içerikler oluşturmak gerekiyormuş. Çözdüm bu işi ben…

Nisan 13 / 2009
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden.., Yorumsal
Yorumlar Yorum Yok
Etiketler , , , ,

İplerim Kesiliyor…

the_puppeteerİlk profesyonel blog deneyimimi 23 Nisan 2005’de aldığım domain hicbirsey.net üzerinde başlattım. Arkadaşım VaGa ile (onun ismi sırdır. (: ) başlattığımız bir projeydi. İkimiz de edebiyat ağırlıklı olmak üzere çeşitli yazılarımızı paylaşıyorduk. Siteye üye olup, üyelerin de yazılarını göndermesi mümkün. Bunun için bazı kurallar belirledik ve en önemlisi kusursuz imla oldu. Siteyi “Hiçbir Şey . Net …değil” olarak andık, “mental masturbasyon sitesi” dedik. (Aslında ben ruhsal diyorum.) 

Hep geçmiş zaman eki kullandım ama site hala ayakta ve VaGa yazmayı sürdürüyor. Bense aynı biçimde “şiirsel”ler yazabilecek şeyler yaşadığımı düşünmediğimden, artık kendimi tekrar ettiğimi gördüğümden ve yazdıklarımı iyice beğenmez, hatta yenilerini yazamaz olduğumdan yazmayı bıraktım. Aslında bu bir final değil, bir ara vermek. Fakat yeniden başlamak hiç de yakın görünmüyor..

Aktif yazdığım süreç içerisinde yaşadıklarımı anlatan, şiire benzer (benim şiirsel dediğim) bir çok yazım, birkaç anı yazım, biraz da eğlencem oldu. Bugüne kadar yazdığım her şeyi bir solukta yazdım. Ortada duygularıma karşın yazacak tek bir cümle yokken, bir anda satırlar geçti beynimden. O düşündü, ben yazılı ortama aktardım. Hiçbir cümlem üzerine düşünmedim ve hiçbir şiirselimi (imla hataları hariç) düzenlemedim…

Bu şartlarda yazdığım her şiirselimi, yazımı zaman içinde tekrar okudum. (genellikle yazdıktan sonra okumam, uzun bir süre) Sonra değerlendirdim. İçinde bir şeyleri beğendim, ya da “bu olmamış” dedim. Bu değerlendirmeler de giderek bir tarz oluşturdu bende. Hala hiç üzerine düşünmeden, yazdığımı düzenlemesem de; beynim benim için bu kontrolü yapar, cümleleri özenle seçer oldu…

Ben şiirde zoraki yazılmış kafiyelerfi kabul edemiyorum. Açıkla duyguyu anlatan cümleleri de: “Seni seviyordum / sen beni terk ettin. / Sonra ben ağladım / ağlamaktan şişti gözlerim” gibi. Şiirde bence duygular, yaşananlar, söylenecekler betimlenmeli. Hem birazcık gizemli olmalı (karizma yapmak için değil, düşündürmek için), hem de okuyucuya da bir şeyler bırakmalı. Eline şiiri bir bütün olarak verip, “al bunu oku, bak ben ne yaşadım” dememeli. O kendi duygularını eklemeli. Betimlemeleri kendi yaşantısına yakıştırmalı. Çünkü şiir biraz da okuyucu için yazılır. Okura bir şey katamıyorsan, ya da okur sana bir şey katamıyorsa bir anlamı yok bu işin…

Her neyse; şimdiye dek aslında tam olarak bu düşünceyi kapsayan şiirseller yazamadım. Bir çoğunu okuyunca çokça eksik gördüm, beğenmedim. Çok azı için de “Bu güzel galiba” dedim. Tabii değerlendirirken yaşadıklarımı düşünmüyor, ne kadar iyi anlatabildiğime bakıyorum. Yazdığım onlarca şiirsek arasındaysa ancak birini gerçekten sevdim. Her fırsatta birilerine okutmak istedim. Beğenmelerini değil, açık fikirlerini bekledim..

Bu yazıyı yazma amacım da bu şiirselimi paylaşmaktı. Bir paragraflık bir giriş yazısı yazıp, ilgili bağlantıyı vermekti niyetim ama, tutamadım kendimi. Bu yüzden de şiirselimi okutmadan önce epey bir vaktinizi almış oldum. Affedin… 

Buyrun, ilgili şiirsele bağlantı:

İplerim Kesiliyor

Mart 05 / 2009
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden..
Yorumlar 2 Yorum

NeIzledim.Com ve hafıza tazeleme

Uzun zamandır bloguma bir şeyler yazmadım. Bu aslında canımı da sıkmıyor değil.  Fakat bu süre içersinde boş durmadım be konu odaklı yeni bir blog açtım: NeIzledim.Com. Bu blogu izlediğim filmler hakkında yorumlarımı yazmak için kullanacağım. Böylece sık film izlediğim dönemlerde bu blogu sinema ile taşırmadan yazmayı sürdürebileceğim..

NeIzledim.Com‘u yeni açmama rağmen izlediğim filmler hakkında bir şeyler yazmak yeni bir alışkanlığım değil. Zaman zaman farklı mecralarda bu işi yaptım. NeIzledim.Com’u açtıktan sonra da önceki yazılarımdan uygun bulduklarımı biraz düzenleyerek oraya taşıma kararı aldım. Ki böyle de yapıyorum..

Haliyle yazıları taşımadan önce okumam gerekiyor. Bunların arasında 4-5 yıla uzananlar var. İşte onları okumak hayli ilginç oluyor. Değişen üslubum ve gelişen imla bilgimle o yazıları ben mi yazdım diye şüphe duyuyorum. (: Okurken, o zaman düşündüklerimi görüyorum. Unuttuğum konularda kendime katılıp, destekliyorum: “Çok haklıymışım be!” Bazı filmleri izlediğimi bile unutmuş. İnsanın geçmişinden, kendinden bu şekilde uzaklaşabilmesi de ilginç. Beni bu konuda şanslı yapan en önemli şey, yazmayı öğrenmiş olmam. İyi ki yazıyorum

Şubat 04 / 2009
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden..
Yorumlar Yorum Yok

Blog yazmayı bırakmak?

Burak Budak bir mim yazmış, topu da sonra Süleyman Sönmez‘e atmış. Ben de olaya atlayıp, cevabımı yazıyorum: Hayır!

Zaman zaman yazılarında bahsediyorum aslında kendimi tekrarlayarak da olsa. Mesleğim değil ama yazmak benim işim. Seviyorum. Bu yüzden pek umursamadan, kim okur diye düşünmeden, beğenilip beğenilmeme endişesi taşımadan yazıyorum. 

Kimi zaman bir anı, bazen beğendiğim bir hizmet tanıtımı, bazen bir haber, bazen kendime notlar, bazen sinema yorumları… İlgili olduğum, olabileceğim hemen her konuda aklıma gelen, düşündüğüm, gördüğüm her şeyi yazıya çeviriyorum. Çoğu zaman başladığım yazıyı nasıl toparlayacağımı, nasıl bitireceğimi bilemiyorum. Ya uzayıp gidiyor ya da sonu olmadan, ucu açık bir biçimde bitiyor. Tabii ki canımı sıkıyor bu da…

Blog yazmaksa, yazı yazma tutkusunun bir parçası. İnsanlar ne düşünürse düşünsün yazdığımı söyledim. Fakat birilerinin okuduğunu bilmek, görmek. Bana, çalıştığım sektöre, arkadaşlarıma, aşklarıma, aileme; hayatıma dair ne varsa paylaşabilmek ayr bir haz veriyor.

Bu düşüncede bolca narsist duygularım olsa da; biraz da “kendimi anlatabilmek” var işin altında. Nedense bir çok defa kendimi anlatamadığımı ya da anlaşılamadığımı düşünüyorum bireysel ilişkilerimde. “Nedense” dedim fakat neden de belli. Çok defa söylediklerim yanlış anlaşıldı düşünce şeklimi, üslubumu bilmeyenlerce. İnsanlarla tanışabilmek için blog yazmak çok büyük bir nimet aslında. Bir insanı tanımak için varlığını biliyor olmak değil; fikirlerini, tavırlarını biliyor olmak gerekir. (hatırlatın, bir ara bu konuda da yazayım. (: ) 

Son sebep ise paylaşmak, düzeni korumak. Şimdiye kadar ekileni biçtim, ekileni biçmeye devam ediyorum. Blog yazarak ben de yeni tohumlar ekiyorum ya da bunu amaçlıyorum. Öğrendiğim bir çok şeyi bloglar veya blogsal kısa makalelerden öğrendim. Benim de birilerine öğretebileceğim bir şeyler olacaktır elbette… Ve onlar da yazacaklar…

Özetle; yazmayı seviyorum ve yazmak için bir çok sebebim var. Bu yüzden blog yazmayı bırakmayı düşünmedim, düşünmüyorum, ileride de düşünmeyeceğimi sanıyorum.

Ve, son olarak bu mimi Burak Bayburtlu‘ya şutluyorum!..

Ocak 06 / 2009
Yazar Simto ALEV
Kategori Benden..
Yorumlar 6 Yorum
Etiketler , , ,

Murathan Mungan – Paranın Cinleri

Arkadaşım Yunus‘un tavsiyesi ile, ondan ödünç alarak okudum bu kitabı. Aslında anı, günlük gibi kişiye özel yazıları okumaktan çok da hoşlanmam. Ancak her zaman bir merak duygusu beni okumaya itebiliyor. Tek taraflı yazılmış, geçmişi ve geleceği gizli kalmış anı parçacıkları, hiç tanınmayan isimler oldukça sıkıcılaşabiliyor.

Murathan Mungan’ın bu kitabı (paranın cinleri) ise bir anı kitabından çok bir edebiyat eseri belki de. Hayatının farklı bölümlerinden aldığı bir kaç yaşam parçasını güzelce yoğurup, kendini okutan bir şekilde okuyucuya sunuyor. Benim de kitabı beğenme sebebim budur aslında. Murathan Mungan’ın (yazdıklarıyla) hayatı neredeyse hiç ilgimi çekmedi doğrusu. Ama okudum, okutturdu. Gördüm ki tamamen kişisel anılarla bile edebiyat yapılabiliyormuş. Heyecanlandım. Yazma arayışlarına geçtim. Hatta belki de başladım…

Taksim’de Bir Ben başlıklı yazımda, ilginç geçen bir günümü paylaştım. Çok keyif alarak olmasa da daha önce yazınsal olarak bazı anılarımı farklı yerlerde “aktarmıştım” aslında. Fakat bu defa bir anımı daha edebi bir forma sokma çabasıyla yazdım. Ne kadar başarılı bilmiyorum aslında objektif bakınca. Ancak içime sinmedi değil. İlginç bir deneyim oldu benim için.

Yazmayı çok seviyorum. Bazen sırf okunur olmak için kısa kesmeye çalışıyorum yazılarımı. Bu da toparlamamı güçleştiriyor. Fakat yazmayı, Türkçe’yle oynamayı, cümlelere taklalar attırmayı, bilgim yettiğince edebiyatla oynamayı ne kadar sevsem de, kurmaca hikayelerde pek başarılı değilim. İşte bu noktada Paranın Cinleri benim için yeni bir heves güzergahı oldu belki. Bu yolda devam etmeyi deneyeceğim. Kendim için bir şeyler yazmak benim için yetmez oldu. Onlarca, yüzlerce kişi yazılarımı okusun istiyorum. Beğenmelerini beklemiyorum, sadece okusunlar ve ben bunu bileyim. O zaman yazmaya dair heyecanım daha çok anlam kazanacak işte. Ve ben arsızca en olmadık şeyleri bile kendi dilimde, edebiyattan yoksun bırakmadan hoş süslemelerle ama abartmadan yazacağım.

Murathan Mungan’ın babası (Mungan henüz çocukken) hapisten çıktığında büyük bir konvoy yolunu kesip karşılıyormuş. Eve geldiklerinde ise bir grup gazeteci fotoğrafını çekmek için herkesi oradan uzaklaştırıyor. Mungan’ı da. O ise babasıyla aynı karede yer almak, fark edilir olmak istiyor. Ama gururlu da! Salondaki diğer kapıdan arka odaya geçiyor. Odanın kapısı, babasının hemen sağında. Ama gururlu ya, orada kendini göstermeyecek! Defterinden bir beyaz sayfa koparıp, kapının camına yapıştırıyor. İşte o fotoğrafta Mungan’ın babası ve bir beyaz sayfa var. O sayfadaysa Murathan Mungan’ın kendisi, gururu, fark edilme çabası var…

Hikayenin sonundan bir grup cümleyiyse aynen aktarmak istiyorum:
Bütün fotoğraflarda babamın yanındaki kapının camında o boş, beyaz kağıt görülüyor: Gizli Ben
Oradaydım. Babamın yanı başında.
Kâğıdı öne sürüp, kendimi geri çekmemin işaretinde, sonraki hayatıma ait bir metafor bulmak mümkün elbet.
Görülmek uğruna, yıllardır o boş beyaz kâğıda yazıyorumdur belki de…”

Bense bugün; bu yazımda kendi boş kağıdımı doldurup ortaya koyuyorum.

Okuyor musun beni?

Eylül 23 / 2008
Yazar Simto ALEV
Yorumlar 9 Yorum