Geçtiğimiz haftanın en büyük teknoloji gündemlerinden biri Zynga’nın, yerli oyun şirketi Peak Games’i 1.8 milyar dolara satın almasıydı. Bunun değerini bilenler Peak Games’i tebrik ederken, hiçbir şey anlamadan, yerli yersiz eleştirenler ya da olmadık hayallerle hırdavat dükkanını kapatıp oyun şirketi kurmayı düşünenler de oldu. Ben Peak Games’in bu satışını ve gelen tuhaf yorumları referans alıp bir şeyler anlatmaya çalışacağım. Esas konumuz Peak Games’i Zynga’nın satın alması değil.
Bu sık gördüğüm yorumlardan biri. Peki gerçekten öyle mi? Doğrusu ben pek çok girişimcinin ailesini, önceki maddi durumunu bilmiyorum. Yine de önceden bir zenginlikleri olduğu varsayımı ile yazacağım. Para, mutlaka bir şeyleri hızlandırmaya, kolaylaştırmaya yardımcı oluyordur. Bunu inkar edemeyiz. Ancak iyi bir fikriniz, vizyonunuz, cesaretiniz yoksa asla milyar dolarlara satılacak bir şirketiniz olamaz.
Peak Games 10 yıl önce, neredeyse mobil oyun kültürü yokken, henüz akıllı cep telefonları yeni sayılacakken kurulmuş bir şirket. Belki ilk değil, o an dahi uygulama marketlerinde inanılmaz sayıda oyun vardı. Buna rağmen mobil oyun adı altında, PC ve konsol oyunculuğundan ayrılan bir alan oluşacağını görmek; bu alana yatırım yapmak ve ürün çıkartmak vizyon ve cesaretle ilgili bir şeydir.
Ülkemizdeki en eski girişimlerden biri olan Yemek Sepeti’nin çıkışı da benzerdir mesela. Bugün, Yemek Sepeti kurulalı 20 yılı aşmış. O yıllarda ben 33.6k, dahili modemle İnternete bagldniyordum. Örneğin internetten bir şarkı dinlemek isteseniz yaklaşık 10 dakika yüklenmesini beklerdik. Saatine para yazdığı için ancak günün 1-2 saati İnternete girerdik. O yıllarda benimle birlikte İnternete girebilen kişi sayısı 234, girilecek web sitesi sayısı 57’ydi.
Yani hayatımızda neredeyse internet yokken biri çıkıp “ben internetten yemek siparişi verdireceğim” dedi. Telefonla sipariş verme lüksümüz varken olmayan internette kim yemek siparişi verecekti ki? Ancak bu vizyon ve cesaretin sonucu olarak Yemek Sepeti şu an tekele dönüşmüş olsa da hayatımızda var ve yabancılara yine çok paraya satılan başka bir girişim oldu.
Yani her şeyden önce, iyi bir fikre, vizyona ve cesarete ihtiyaç var. Yoksa para da hiçbir işe yaramaz.
İyi bir fikir bulmak aslında hiç de zor değildir. “işi gücü bırak, bana fikir bul” deseniz size kısa sürede onlarca iyi fikir bulabilirim. Eminim neredeyse hepinizin de en az bir tane iyi fikri, projesi vardır. Neredeyse hepiniz en az bir kere başarılı bir işin ardından “benim de aklıma gelmişti” demişsinizdir.
Bırakın internet girişimini, tarih böyle. Tekerleği de, ateşi de tek bir kişi bulmadı. Telefonu, radyoyu, televizyonu, tek bir kişi düşünmedi. Aynı şeyler, farklı ülkelerde, kimi zaman eş olarak icat edilmiş. Kimsenin birbirinden haberi yok. Patent başvuruları yapılmış. Biz tüm icatları tek bir kişinin adıyla anıyoruz.
Evlerimize radyo girdiğinde kimse “bunun görüntüsü de olsa” diye düşünmemiș midir? Fakat çok az kişi bunu yapabilecek ön bilgiye, daha az kişi buna girişecek cesarete, daha az kişi sonuna kadar gidecek istikrara sahipti. Radyonun gelinebilecek en son nokta olduğu düşünenler de vardı elbette. Onlar bu yazının konusuna en uzak olanlar. Doğru zaman, doğru yer, doğru işi yapmam için belki biraz da şans gerekiyordu.
Mesela hep Twitter’ı örneklerim. İlk çıktığında doğru düzgün bir tasarımı dahi yoktu Twitter’ın. İsim değil, sadece kullanıcı adı yazılıyordu. Karşılıklı cevaplaşma, tweet zinciri oluşturma, resim ve video ekleme gibi özellikleri yoktu. Sadece 140 karakter yazmak mümkündü. Tweet kutusunda “şu an ne yapıyorsun?” yazardı. Kullanıcıdan beklenen o an ne yaptığını yazmasıydı sadece. Aynı şeyi yapanlara denk gelmek için. Tweet’in başına kullanıcı adı eklenir, tweet’ler üçüncü ağızdan yazılırdı. Atılan bir tweet şunun gibi olurdu:
"@simtoalev Kürk Mantolu Madonna'yı okuyor"
Bana sorarsanız dünyanın en saçma fikri. Ancak bugün Twitter’ın hem ne kadar geliştiği hem de dünyayı nasıl değiştirebilecek güce sahip olduğu gözardı edilemez. Benim saçma bulduğum bu fikir de milyar dolar ediyor.
Demem o ki; iyi bir fikriniz olması yeterli değil. Hatta fikriniz kimi zaman kötü de olabilir. Bir girişimde başarılı olmak için vizyona, bir fikre, bu fikri doğru zamanda ve doğru şekilde uygulama becerisine, bu fikri hayata geçirecek cesarete, bu fikri sürdürecek istikrara sahip olmalısınız. Belki bunlar da yeterli değildir.
Esasen bu oyunlar, bir “oyuncu”nun, ardıyla dahi bakmayacağı türden oyunlar. Belki oyundan çok başka bir eğlence aracı gözüyle bakmak daha doğru. Oyun olup olmadıkları ya da ne kadar basit oldukları başka bir tartışma konusu.” oyuncu” gözüyle de bakıp değerlendirmek için birkaç paragraf daha yazmam lazım. Onu başka bir zamana saklayayım. Neticede Peak Games ve benzeri oyun şirketlerinin üretim yaptığı, “hyper casual” denen bir tür var. Peak Games de bu türün içinde başarılı bir örnek olmuştur.
Ben hem işim hem de ilgi alanlarım dolayısıyla internet girişimlerini, web sitesi ve mobil uygulama tasarımlarını, oyun dünyasını yakın takip ediyorum. Bir süredir bu mobil oyun ve “hyper casual” oyunları da ayrıca takip ediyorum.
Şunu söyleyebilirim; bir tasarımda iki metin arasındaki Boşluğun “bir tık” fazla ya da eksik olması, kullanılan renklerin ya da yazı tiplerinin uyumu; renginin tonunun, butonun ölçüsünün, gölgenin miktarının yine “bir tık” farklı olması sandığımızdan çok fazla şeyi etkiliyor. Sadece renk teorisi ya da tipografi üzerine bilimsel nitelikte kitaplar, makaleler var.
Bir oyun ya da uygulama içindeki seslerin kullanımı, dokunduğumuz her nesneden aldığınız geri dönüş çok önemli. Esasen bu durum her türlü ürün için geçerli. Çamaşır makinenizin ayar butonunun, fırının kapağını açma tutacağının nasıl tasarladığı, su ısıtıcınızın su ısındığı zaman çıkardığı ses kullanıcı deneyimi açısından çok önemli.
Bir web sitesi, mobil uygulama ya da oyun tasarlarken kullanıcı deneyimini arttıran her detay çok daha önemli. Çünkü bu tür ürünlerden vazgeçmek çok daha kolay. İlk beş dakikada sevmediğiniz bir oyunu, çok az bir uğraşla amacınıza ulaşamadığınız bir uygulamayı, reklama boğulmuş bir web sitesini, anlatıcının sesini sevmediğiniz bir videoyu anında kapatabilir hatta gözünüzün önünden yok edebilirsiniz. Hemen ardından da bir diğer alternatifini denersiniz. Bunun için para ödemezsiniz ve beş dakikadan fazla zaman kaybetmezsiniz.
Oysa yeni aldığınız fırınınızın kapağı kötü tasarımı nedeniyle fazla ısınıp elinizi yakıyorsa, mağazada çok beğendiğiniz klimanın çok gürültülü olduğunu kurulum yaptıktan sonra fark ettiyseniz anında gidip değiştiremezsiniz çoğu durumda.
İşim ve ilgimle birlikte birçok dijital ürünü gerçekten inceliyorum. Uzaktan baktığın zaman birbirinin aynısı gibi görünen onlarca iş var. Aynı fikir, aynı kurgu, benzer tasarım, benzer amaç. Ancak birini beş dakika kullanıp çöpe atarken başka birine bağlanmamak mümkün değil. İstatistikler de bunu gösteriyor. Biri birkaç aktif kullanıcıya erişirken diğeri milyonlara erişiyor.
Şahsım olarak ben Peak Games’in hiçbir oyununu oynamadım doğrusu. O kadar da ilgimi çekmemiş. Buna rağmen biliyorum ki Peak Games hem şirketi doğru yönetmiş, hem de yukarıda bahsettiğim çerçevede oyunlarını en ideal, kullanıcıyı en uzun süre bağlı kalacak şekilde tasarlamayı başarmış. Bu oyunları seversiniz, sevmezsiniz; kullanıcıyı bağımlı tutan bazı detayları seversiniz, sevmezsiniz; bunlar yine bu argümanların altından çıkan başka tartışma konularıdır. Biz gerçekleşen satışa odaklanalım şimdi.
Eğer hâlâ böyle sorularınız varsa, hâlâ eksik anladığınız bir şeyler var demektir. Milyonlarca kullanıcıyı kendine çekmiş ve bu kullanıcıların aktif oyuncu olduğu bir dünyadan söz ediyoruz. Zynga zaten bu kategoride oyun üreten en büyük şirketlerden biriyken bu oyunların kaynak kodlarını mı satın aldı? Zynga’nın bünyesinde hâlihazırda büyük bir mühendis, oyun tasarımcısı, pazarlama ekibi yok mu? Bu oyunlardan birer tane daha, hatta belki daha iyisini kendi kaynaklarıyla yapamaz mıydı? Yapardı elbette. Çok kolay yapardı.
Zynga bu satın alma ile Peak Games’in geçmişini, kültürünü, tecrübesini de satın aldı. Günlük getirisi (kârı değil) tahminlere göre birkaç yüz bin dolar olan oyunları satın aldı. Daha önemlisi yeni içeriklerini ulaştıracak, reklamlarını gösterecek Peak Games kullanıcılarını satın aldı. Erişim alanını ve prestijini arttırdı. Zynga, bu oyunlarla birlikte sandığınızdan çok daha değerli bir şeyleri daha satın almış oldu.
Yazının başından beri vizyondan, cesaretten, bir işe girişmekten, onu sürdürmekten bahsediyorum. Peki nereye kadar sürdürmek? Sonsuza kadar sürdürmek mümkün mü? Asla değil. Her işin bir yükselme, bir zirve (“peak”), bir düşüş dönemi olur. Bunların zamanı işe göre değişir. Öngörülebilir ya da görülemez. Ancak bir noktada değer kaybedip ele yapışabilir.
Peak Games şu an çok kâr eden bir şirket olabilir. Belki kendi başına 1.8 milyardan fazlasını kazanabilir (bilmiyorum, finans raporlarını benimle paylaşmıyorlar) ama bir noktadan sonra çöküşe geçer. Elindeki değeri kaybeder. En güzeli mümkün olan en iyi teklifle satış fırsatını yakalayınca, şirket değersizleşmeden (sadece para değil) başkalarına bırakmak ve yeni bir yolculuğa başlamaktır. Eminim yakın bir gelecekse Peak Games’in kurucusu Sidar Şahin ve ortaklarının yepyeni girişimlerini de duyacağız. Benim beklentim bu yönde.
Ben başarı diye bir kavrama çok fazla itimat etmiyorum. Başarı, ancak başkalarıyla kıyasla ortaya çıkan bir kavramdır. Neyi, neyle kıyasladığınıza bağlı olarak da başarılı ya da başarısız sonucuna ulaşabilirsiniz.
Zynga’nın Peak Games’i satın alması görece bir başarıdır. Zynga her gün yüzlerce şirket satın almıyor. Peak Games’in bu değeri oluşturmuş olması da başka bir başarıdır. Sebeplerini yukarıda anlatmaya çalıştım. Bu başarı, sosyal medyada yaptığı yorumlarla bu yazıyı yazmam için beni uyandıranların da sahip olamayacağı türden bir başarıdır. Çünkü sanıyorlar ki başarı, para, çevre çalışmadan kazanılan birer armağandır. Bu armağanı edinmiş başka kişilerce sağlanır. Oysa çalışmadan kazanmanın bir yolu pek yoktur. Başkalarını konuşarak, yererek kazanmak hiç mümkün değildir.
Böyle ahkâm kestiğime bakmayın. Bu kadar anlattım, bunun bin katı bilgim ve tecrübem de var. Geldiğimiz noktaya bakınca ben de bir yere varmış sayılmam. Çünkü aklıma bir fikir gelse, onu uygulamayı beceremiyorum. Çoğu zaman daha başlamadan vazgeçiyorum. Bazen bir işe girişmeye açıkça çekiniyorum. Gördüğüm birçok fikrin ardından “ah be, ben niye böyle şeyler düşünemiyorum” diye hayıflanıyorum. İşin açığı ben de o “başarılı” insanlardan biri olamayacağım hiçbir zaman. Öyle bir amacım da yok zaten. Buna rağmen üretmenin değerine inandığım için bir şeyler üretme çabam da bitmiyor. Hepsi bu.
2 yıl sonra ilk yazısını yazdığım şu blogun bir 100.000 dolar değeri olsun, bana yeter.
Yeni çıkmış ve rağbet görmeyen alanlara yönelmek ve uzun süre devam ederek sakince insan çekip ve bundan vazgeçmemek bir noktadan sonra patlama yapmayı sağlıyor sanırım. O dirayeti göstermek için de ‘zengin’ olmak etkili muhakkak ama şart değil.