Neredeyse iki haftadır blog yazmıyordum. Aslında, bir süre daha sessiz sakin oturmak geliyordu içimden ama son günlerdeki tartışmalara da taraf olunca, (bireysel olarak tarafsızım ancak blog yazarı olarak da bir cephem var) “ben de biraz ahkâm keseyim şu konuda” dedim.

Malum; markalar, markaların arkasındaki ajanslar blogları keşfetti ve yeni bir serüven başladı. Pek çok blog da medyanın yeni bir kolu oldu. (sözlük anlamı ile tüm bloglar tartışmasız medyadır.) Markalar yeni ürün ya da hizmetlerini basına olduğu gibi blog yazarlarına da önceden tanıtıyor, inceleme ürünleri gönderiyor ya da geleneksel medya ile olduğundan farklı olarak partiler düzenliyor.

Blog siteleri, -belki geleneksel medyadan farklı çevrelerde-  yazarın üslubuyla, blogun kalitesiyle, okuyucu kitlesiyle en az geleneksel medya kadar verimli olabiliyorlar. Hatta blog yazmanın kuralları arasında samimiyet olduğunu da düşünürsek, okuyucunun kafasındaki “reklam mı” sorusu da en aza iner. Şüphesiz ki bunu kötüye kullanan blog yazarları da vardır ve olacaktır. Fakat hem markalar, hem de okurlar blog yazarlarını kötüye kötü diyebildikleri için tercih eder ve bu da markalarının ürününe olan güvenini açığa çıkarırır.

Bloglar çok geniş kitlelere geleneksel medyadan çok daha hızlı (basılı medyanın online kolları ayrıdır) ve etkin biçimde haber iletse ya da ürünü en gerçekçi şekilde okuruna lanse etse de, bir gazete kadar başarılı olmayacağı da -en azından şimdilik- mümkün değildir.

Demem o ki; blogların ve gazetelerin apayrı yolları vardır ancak bazı şartlarda aynı kulvarlarda da koşarlar. Her ikisinin de, kendi yollarındaki başarıları diğeri tarafından kolayca yenilemez. Ortak kulvarlarda ise şartlar eşit olmadığından (bkz: bağımsızlık, okur kitlesi, üslup, önyargılar, kurallar, amaçlar) yine rakip olamazlar. Bu ancak bir yol kesişmesidir. Bir gazeteci, bir blog yazarının markaya veremeyeceği pek çok şeye sahiptir. Ve aynı şekilde bir blog yazarının markaya veremeceği pek çok şeye sahiptir.

İşte son günlerde olanlarsa tam olarak buna tezat işliyor. Önce bir grup blog yazarı gazetelere rakip olabileceğini düşünüp, bir etkileşim oluşturuyor ve günlük olarak yazı ve haber üretmeyi hedefliyorlar. (kaynaklar buna elverişli ise pekala mükemmel)

Yine bir grup gazeteci ise bloglara karşı çıkıyor. İş neredeyse “Partilere gidebilirler ama basın toplantısına katılamazlar“a kadar varıyor. Bir tür dışlama, küçük görme ya da kıskanma var sanki. Bazı gazetecilerse blog yazarlarına verilen (genellikle maddi değeri de çok olmayan) ürünlerden rahatsız, “ben de istiyorum” diye ağlıyor.

Ben pek çoğunu olduğu gibi bu durumu da “çok acayip” buluyorum. Kıyaslandığı zaman gazetecilere sağlanan olanaklar, hediye edilenler, hibe edilen test cihazları, marka ya da ajanslarla olan ilişkileri blog yazarlarından çok daha fazladır. Bu yüzden bu tür triplere girmek de gereksizdir.

Bence en güzeli markalar blogları deneyimlemeye devam etsin. Bloglar gazeteciliğe, gazeteciler bloglara karışmasın. Kimse kimsenin işini elinden almayacak hiçbir zaman. Aksine, bloglar ve gazeteciler birbirini destekler, gazetelerin online cepheleri bloglar gibi sosyal medyanın birer parçası olursa herkes kazanır. Hatta belki gazeteler de bir basamak daha avantaj kazanır.

Tartışma her ne kadar blog yazarları ve gazeteciler arasında olsa da, bu işin merkezinde markalar var ve kazanan ya da kaybeden (kaybetmek mi?) yine onlar olacak. Bu yüzden sıkmayın canınızı, …


Konuya kaynak olan BMD Yönetim kurulu başkanı Fatih Sarı‘nın açıklamaları:
http://turk.internet.com/haber/yazigoster.php3?yaziid=24689

Konuya cevap niteliğinde konuşan, bu yazıda da referans aldığım Burak Bayburtlu röpörtajı:
http://turk.internet.com/haber/yazigoster.php3?yaziid=24688