Yeni Rakı’nın düzenlediği, artık gelenekselleşen Bi’ Büyük Fest 30 Haziran Cumartesi gecesi gerçekleşti. Göksel, Gökhan Tepe ve Emel Sayın‘ın sahne aldığı festivale ben de geçen seneki gibi blog yazarı davetlisi olarak oradaydım. Bu gerçekleşen 3’üncü, benim katıldığım 2’inci Bi’ Büyük Fest’di. İlkine katılamasam da 1515 meze ile kırılan Guiness rekorunu yazmadan edememiştim. O kadar gitmişken de üzerine iki satır yazmadan geçmek olmazdı. Kim bilir, belki benim festival yazılarım da gelenekselleşir.

30 Haziran günü Bi’ Büyük Fest’le birlikte Ek$i Fest ve Mono Fest de vardı. Tüm yazarlarının olduğu gibi benim de Ek$i Fest’e davetiyem ve gitme imkanım vardı. Bi’ Büyük Fest’e gitmeyi tercih ettim. Ancak o günün üzerine edilen sohbetlerden çıkarımım şu ki; hangi festivale gidersem gideyim ardından hemen bloguma koşup “heyoo çok eğlendik” yazabilecekmişim. Evet, Bi’ Büyük Fest’de ben çok eğlendim.

Bu yıl gözlemlediğim kadarıyla çok fazla sosyal medya davetlisi yoktu. Davetiyeler de geçen yılın aksine tek kişilikti. Ancak engelli olduğum ve mutlaka birinin yardımına ihtiyaç duyabileceğim için Zarakol Dijital ekibi (organizasyon için çalışan birkaç ajanstan biri) benim için ikinci bir davetiye ayırmışlar. Birlikte gideceğim Ozan Eicher de davetiye sahibi olunca, yanıma arkadaşım Uğur Şeker‘i aldım. Böylece üç kişi festivalin gerçekleşeceği Kuruçeşme Arena’ya doğru yola çıktık.

Geçen yıl biraz da gecikerek bistro’da yerimi almış ve gece boyu oraya sabitlenmiştim. Zaten hep bistronun yüksek oluşu, hem kalabalık hem de tekerlekli sandalye ile sahneyi görebilmem için bana kurulan platformdan dolayı çok da fazla bir kaçış alanım yoktu. Bu yıl ise etkinliğin her anını yakalamaya çalıştım. Öncelikle bu yıl Yeni Rakı’nın bu yıl bana bir sürprizi daha vardı. Fiziksel durumumu bilen Yeni Rakı, beni davet eden Zarakol Dijital’le de görüşmelerinde bana bir masa ayarlamayı önermiş. Bistro alanına da bu defa bir rampa yapmayı unutmamışlar. Böylece istersem bistro hakkımı kullanabilecektim. Ancak o alanda insanların arasında kaybolarak, etrafı ve sahneyi göremeden geçirecektim geceyi. Sonuçta elimdeki bistro biletimle sahneyi Uğur ve Ozan’la masada izlemiş oldum. (Fotoğraf: Berna Aytekin. Fotoğraftakiler: Ozan, Uğur ve ben.)

Yeni Rakı’nın bu festivalle ayakta tutmaya çalıştığı gazino kültüründen ve masaların festivaldeki öneminden de bahsedeceğim. Ancak öncesinde bu jestlerinden ötürü açıkça bir teşekkür etme ihtiyacı hissettim. Daha önce yanlış anlaşılır, birileri “bedavacıya bak” der ve daha önemlisi bu tavırlar ajanslara ve Yeni Rakı’ya zarar verir mi diye tedirgin olarak yazmayacaktım. Zarakol Dijital’in de fikrini aldıktan sonra yazmaya karar verdim. Konser, festival vb. organizasyonların pek çoğuna engelliyim diye katılamıyorum. Üstelik mekanlar mimarilerinde biraz düzenleme yapsa belki de hiç sorun kalmayacak. Hiçbir şekilde özel ilgi, hak beklentim de yok. Bunun karşısında Yeni Rakı’nın bu jesti örnek bir davranıştır.

Masalara gelince; Yeni Rakı organizasyonlara başladığından itibaren yitirmiş olduğumuz gazino kültürünü yaşatmaya, en azından bir örneğini ayakta tutmaya çalışıyor. Bunun için de festivali “Türkiye’nin en büyük açık hava gazinosu” sloganıyla anıyor. Bistro denilen alanda daha cüzi bir ücrete, kısıtlı sayıda biletle festivale katılmak mümkün. Ancak festivalin en önemli noktası tüm alanın gazino düzeninde yerleştirilmiş 2, 3 veya 4 kişilik masalardan oluşması. O masalarda rakı içip Emel Sayın dinlemek de o çoşkuyu yeterince yaşatıyor.

Masa bilet fiyatları kategorik olarak değişken ama kişi başı 100 lira civarıydı bu yıl. Sınırsız içecek, doyurucu bir menü, sahne alan sanatçılar ve diğer ikramlarla son derece makul.

Sahne performansları ve servisin başlamasına henüz çok fazla zaman olduğu için kendimizi çimlere bıraktık. Festivale katılan birkaç tanıdık yüzle de sohbet ettim. Katıldığını bildiğim bazılarıyla da karşılaşamadım. Sağlık olsun.

Bu bekleme sürecinde bir yandan sohbetler ederken, diğer yandan Yeni Rakı’nın ikramı rakı kokteyllerinin tadına bakıyorduk. Geçen yıl yalnızca kavunlu olanı denemiştim. Bu yılsa yeni eklenen lezzetlerle birlikte 4 çeşit vardı. Beğeni sırama göre kavun, damla sakızı, nane ve narlı rakı kokteylleri “shot”lar halinde ikram edilse de, tatlarıına tekrar tekrar bakmaktan geceye başlamadan kafayı bulmak mümkündü.

Festival alanının bir başka köşesinde rakının üretim sürecini anlatan, “mini müze” diyebileceğim genişçe bir stant vardı. Standın başında adınızı yazdırıyorsunuz. Sonra koridor boyunca ilerleyip kocaman bir maket üzerinde rakının nasıl üretildiğini tüm aşamalarıyla öğreniyorsunuz. Koridoru tamamladığınızda ise sizi karşılayan sürpriz 33’lük bir Yeni Rakı şişesi üzerine, ustasının oracıkta adınızı kazıması oluyor. Beraberinde iki de rakı kadehi var. Fotoğraftaki de benim şişem.

Çim alanda elimizde “shot”lar, sohbet ede ede beklerken bir yandan karanfiller dağıtılıyor, bir yandan Yeni Rakı Orkestrası alanı dolaşıyor, bir yandan da el falları bakılıyordu.  Fallarla hiç ilgilenmediğim için bakılanları izlemekle yetindim. Tabii sonra daha önceki kahve falı deneyimimi düşününce, aslında iyi bir deneyim fırsatını kaçırdığıma içimden hayıflanmadım değil. Bir dahaki seneye orada olursam, muhtemelen bu fırsattan da yararlanacağım.

Alanda aynı zamanda “Bi Büyük Fest Hatırası” diye kostümlü fotoğraf çektirilebilecek bir köşe vardı. İzinli fotoğraflar anında www.bibuyukfesthatirasi.com‘da yayınlandı. Yayınlatmak istemeyenler yalnızca kendi arşivlerinde barındırmak üzere fotoğraflarını temsil aldılar. Sonradan öğrendiğim kadarıyla aslında bu fotoğraflara Instagram‘da 1977 filtresi uygulanacakmış. Ancak o gün Amerika’daki fırtına nedeniyle bir çok servis ile birlikte Instagram da çalışmaz haldeydi.

Muhabbet akıp giderken, programın başlamasına az bir zaman kala Ozan ve Uğur’la masadaki yerimizi aldık. İlk sahne Yeni Rakı Orkestrası‘nındı. Masadaki ilk yudumlarımıza, mezelerimize onların eşliği ile gece başladı. Çok değerli oldukları muhakkaksa da ben bu yıl da dinlerken çok fazla keyif alamadım açıkçası. Gazino kültürünü vaktiyle yaşayamadığım için fütursuzca konuşsam da; bir “orkestra” yerine daha ufak bir fasıl heyeti dinlemeyi tercih edebilirdim.

Yeni Rakı Orkestrası’nın ardından Göksel sahnedeydi. Hem yeni albümünden hem de eski şarkılarından söyledi. Ben iyi bir Göksel dinleyicisi olmadığım için ancak Depresyondayım‘a rahatça eşlik edebilsem de, dinleyicileri için son derece iyi geçen bir performans olduğunu düşünüyorum. (Fotoğraf: Ozan Eicher)

Göksel’in ardından sahne sırası Gökhan Tepe‘nindi. Gökhan Tepe’nin bir şarkısını bilmek bir yana, kesinlikle müzikal beklentilerime zıt işler yaptığı için hiç dinlemiyordum bile. Dolayısı ile beklentim düşüktü yalnızca kendisi sahne alsa “ne işim var benim burda” diyeceğim bir önyargıya sahiptim. Ancak kafa biraz güzelleşince o da “olur” kıvama geliyordu. Derken izleyenler arasında olan Adnan Şenses‘i biraz anıp gaza da getirince sahneye çıkarttı. Böylece geceye yeni bir sürpriz eklenmiş oldu. Elbette Adnan Şenses söylerken rakı içmek pek keyifliydi. (Fotoğraf: Ozan Eicher)

Gökhan Tepe sahnedeyken yanımıza iki karikatürst geldi. Biri önce Uğur’u, sonra da Ozan’ı çizmeye başladı. Kendiyle tanışmadım. Ozan “sen çizdirmiyor musun” dediğinde diğer karikatürüste en şebek pozlarımdan birini verdim. Solda gördüğünüz karikatürümü bu vesile ile kör karanlıkta, sadece masamızdaki gaz lambası ve ay ışığının aydınlatmasında Alican Kalender çizdi. İmzasını atmayı unuttuğu dikkatimden kaçsa da Ozan hemen müdehale edip hatırlattı. İmzasını atarken de yazıda anmak üzere adını öğrendim. Belki daha aydınlık bir etkinlikte yeniden karşılaşırız, bir de öyle çizdiririm kendimi.

Gökhan Tepe’yi de uğurladıktan sonra sırada assolistimiz Emel Sayın vardı. Biz konser sonrası vesait bulamayız endişesi ile planımızı Emel Sayın’ı dinlemek ama ardından gelecek Emel Sayın’lı düetlere kalmamak üzerine yapmıştık. Tatlılarımızı yiyip gecenin sonuna yaklaşırken Emel Sayının 2-3 şarkısını dinledik ve çok geçmeden Kuruçeşme Arena’dan ayrıldık. Sonradan öğrendiğime göre Emel Sayın da yalnızca Göksel’le düet yapmış, Gökhan Tepe sahneye çıkmamış. Bana kalırsa doğru da bir tercih olmuş. (Fotoğraf: Ozan Eicher)

Gecenin benim için tek eksiği böyle erken ve hızlı çıkınca kimseyle vedalaşamamış olmamdı.

Festivalden erken ayrılmamıza rağmen taksi bulmak da ufak bir sıkıntı yarattı. Biri her nedense almak istemezsen, diğeri bagajına ses sistemi kurduğu için tekerlekli sandalyemi alamadı ve bindiğim taksiden geri indim. Neyse ki sonraki taksi “geçen gün şuna buna kızdım, böyle birini almadım, sonra pişman oldum” diye anlattığı tecrübesiyle insafa gelmiş olacak ki; zorluk çıkarmadı.

Eve vardığımda tabii ki yaptığım ilk şey yatağıma geçip sızmak oldu.

Bir festival daha böylece son bulmuş oldu.