Sanırım ilk defa bir televizyon dizisi hakkında blog yazıyorum. Bu zamana kadar yaz(a)mamış olmamın bir sebebi, benim sadık bir televizyon izleyicisi olmamamdır. 5-6 yıllık bir dönemi televizyonsuz geçirdiğim gibi, her izlemeye çalıştığımda gördüğüm türlü absürtlük ile yılmamdır. Yine de izlemeye değer bulduğum şeyler muhakkak var.
Yazmamamın diğer sebebi ise, dizilerde hep aynı şeylerden şikayet etmemdir. 90 dakika uzatılıp, hiçbir şey anlatamayan haller, gerçek dışı veya bize çok uzak ortamlar, izleyici kitlesi olarak hiç görmediğimiz bir ihtişamın benimsenmesi ya da tam aksine aile komedisi yapacağız derken birbirlerini taklit etmeleri, gereğinden fazla iyilik saçmaları, saçma mesaj kaygıları… Entrikalar, yalan dolu hayatlar, katledilen edebiyat eserleri… Bazılarında sokak sahnelerinin bile stüdyoya taşınması, arabayla 100 metre yol gitmemek için yapılan başarısız “greenbox” uygulamaları derken kahroluyorum.
Şimdi yazmamın sebebi ise: Behzat Ç.
İlk kez “16. bölümde, şöyle bir bakayım” diyerek izlemeye başladım. Başından sonuna kadar da izledim. Hrant Dink cinayetini hatırlatan(!) beyaz bereli, azınlıkları savunan gazeteci katilinin kovalandığı bu bölüm, dizinin zirve yaptığı bölümlerden biri. Benim böyle başlamamsa tesadüf.
16. bölümden sonra, bir yandan ilk bölümden itibaren indirip izlemeye, bir yandan da ek$i sözlük’te behzat ç. başlığını okumaya başladım. (1-15. bölümler arası yorumları okumadım.) Büyük bağımlılık…
Emrah Serbes’in iki romanından uyarlanarak çekilmiş dizi. Zaten geniş yazar kadrosunda da (Faruk Emre Özünlü, İlke Yeşilay, Birol Tezcan) kendisi boy gösteriyor. Hikayeyi senaryolaştıran isimse Ercan Mehmet Erdemdir. Aslında tanımadığım bu isimler benim için doğrudan bir anlam ifade etmiyor ancak bugünden sonra daha çok öemseyeceğim de yadsınamaz. Bu arada dizinin 1. bölüm de, kitabın video’ya aktarımıdır. Artık nasıl bir aktarımsa; ya da nasıl bir edebiyatsa… ağlatır da! Bir ara bu iki kitabı okumak da farz: Her Temas İz Bırakır, Son Harfiyat.
Behzat Ç., Canon 5d mark II ile çekiliyor. House MD’nin 6. sezonda son bölümü ve bazı kliplerin bu “fotoğraf makinesi” ile çekildiğini gördüm. Bir dizinin tüm bölümlerinin bu makine ile çekildiğine ise ilk kez rastlıyorum. Tabii 5d ile birlikte, neredeyse tamamen doğal ışıkta çekilen bir dizi izlemiş oluyoruz. Kameranın takibi, nispeten tutarsızlığı ve doğal ışık, gerçeklik etkisini görsele yansıtan ilk etken oluyor.
Müziklerin de geneli itibariyle dış ses olmaması detayı ile, tüm bu teknik doğallık detayı Lars Von Trier’in Dogma95 manifestosunu anımsatıyor. Tabii cinayetlerle dolu bir kurguda, manifestoya sadık kalmak mümkün değil. Amaçlarının da bu olduğunu sanmıyorum ben.
Dizide durmadan küfür ediliyor. Tabii’ki “bip”li. Küfür gerekli mi, ahlak bozar mı tartışmalarına hiç girmek istemiyorum aslında. Araya not olarak serpiştirmiş olayım. Geçen gün izlediğim bir röpörtajda, el kadar bir velet Muhteşem Yüzyıl adlı diziyi çok beğendiğini söylüyordu. “Neden?” sorusuna karşılık “orda adamın kafasını kestiler, çok güzeldi” gibi bir şeyler söyledi. Çocukların edepsiz(?) dizilerle ahlaksız birer küfürbaz olmasını, edepli(!) dizilerle kafa kesmeye, adam öldürmeye özenmesine tercih ederim.
Behzat Ç.’deki küfürler de olması gerektiği yerde, olması gerektiği gibi. Belki denetleyici kuruma inat, daha fazla! Bu dizide insanlar evde ayakkabısız dolaşıyor. Evde, salaş bir masada balık ya da kanepenin üzerinde tost yiyor. Tuvalete bile gidiyorlar! Yani insana ve aslında gerçek topluma dair ne varsa, burada yalansız var.Biri sorunca diğeri 15 dakika sessiz kalmıyor süreyi uzatmak için. Yine 90 dakika ama dolu dolu.
Meyhaneye gidip, rakı içiyorlar, bira içiyorlar. Bira köpüksüz, adı “ellilik”, rakınınsa adı “otuzbeşlik”. Belki kimse diyemiyor dizide içki var. Zaten belki de yok. Adeta RTÜK’ün şerefine içiyorlar, kimseyi özendirmeden. Şişe biralar da diziye özel, gerçekte olmayan bir marka. Pek şahane…
Her bölümde illa ki bir şeylere dokunduruyor. Bazen parmağını devlet hiyerarşisinin içine fazlaca sokuyor, bazense hayatın içinden küçük bir detaya takılıp kalıyor. Beni sinirlendiren ne varsa, bu dize onlara sinirlenenler var. Misalse 20. bölümdeki telefon bankacılığı.
Yazıyı yazma kararıma da bir parça 20. bölüm ve ardındaki haberler olmuştur. Bir çiftin çırılçıplak sevişirken sergilenmiş olması eleştirilmiş. Sina Koloğlu’na “bak bizde sınır yok” ukalalığı olarak gelmiş. Oysa öyle mi? Her şeyin gerçeğe uygun ve sanatsal bir biçim taşımasına gayret eden bu dizide, boyundan yukarı bir çekimle sevişiyorlar iması yapılabilir miydi? Sansürsüz bir DVD’si çıkacağı duyulurken, o DVD’de bu sahnenin yalnızca televizyona çekilmiş olması estetik dışı olmaz mıydı? Ve dahi televizyon ekranın neredeyse tamamının (baş ve ayaklar hariç) buzlanmış olması derin bir mizah barındırmıyor mu? Bu nedenlerle o sahnenin böyle çekilmesi başarılıdır.
Şu yazıyı yazarken, bir yandan düşünüyorum; “neden yazıyorum lan ben yarın unutacağım bir dizi için bu kadar?”, “bana mı kaldı diziyi savunmak?” ama gözüme takılan o detaylar ve olaylar örgüsü bir yandan da beni uzun uzun yazmaya itiyor, duramıyorum.
Bu dizi kusursuz demiyorum ama devamlılık problemi en aza inmiş olanlardan da biridir. Hani en basit anlatımıyla karakterlerden biri birkaç yudum çay içip bardağı yarılar, plan değişip kendine geldiğinde bardağı dolmuş görürüz ya. Yok bu dizide. Buradan çıkan sonuç da özendir. Özenilen iş, güzel iştir.
İnceden referanslarını, göndermelerini seviyorum. Sarıkanat’ı yerken “seninki kaç santim?” sorusuyla Greenpeace’e selam etmesini, teşhisde 2, 1 ve 6 numaralarını sırayla söyleyerek -okumadığm- kitaptaki 216 sigarasını anımsatmasını ayrı seviyorum.
Gelişen olaylara birebir örneği olmasa da Lost izler gibi teori üretmeyi ya da en azından nereye varacak diye düşünmeyi seviyorum. House MD gibi her hafta yeni bir hikayenin peşine koşarken, arkada devam eden ikinci ve sürekli hikayeyi, kurgu bütününü seviyorum.
Behzat Ç. en çok internetten izlendiğini unutmuyor. Tüm bölümleri düşük kalite de olsa 16:9 formatında Star TV’nin web sitesinde yayınlıyor. İnternet gerçeğini kabul etmeleri ayrı bir güzellik.
Dizi’de Harun Facebook hesabı açtığında, benim de Facebook’da o hesabı görmem.. Küçük, saçma ama Türkiye’de örneğini görmediğim bir uygulamadır. Karakterlerin -malesef aktif olmayan- Facebook Profilleri: Harun Sinanoğlu, Eda Akkaya.. Bu profilleri dizi ekibi mi açtı emin de değilim ama diziyle örtüşmesi öyle olduğunu gösteriyor. Keşke diziye göre karakterler zaman zaman güncellese..
Dizide aksiyon var, dizi ağlatıyor, dizi ters köşeye yatırmayı biliyor, dizi güldürüyor… Dizi, hiç sevmediğim Ankara’yı sevdiriyor…
Hani, oyunculuğa falan değinmiyorum bile… Erdal Beşikçioğlu (Behzat Ç), Fatih Artman (Harun), İnanç Konukçu (Hayalet), Berkan Şal (Akbaba), Canan Ergüder (Savcı Hanım), Ege Aydan (Şevket Ç.), Seda Bakan (Eda)… Gibi geneli, yüzünü televizyonun pek eskitmediği, oyunculuğu dorukta isimler için konuşmak da belki biraz ayıp olur. Nejat İşler (Ercüment Çözer), Güven Kıraç (Memduh) gibi konuk oyuncular da bonus tadında neşe veriyor.
Karakter künyesinin devamı ve bazı detaylar için şöyle bir Wikipedia makalesi de mevcut. Wikipedia bilgileri ağır “spoiler” de içerir.
Sonunda, Türkiye’de özendiğim Amerikan dizilerini anımsatacak tatta bir dizi çekiliyor. İnşallah 90 dakikadan kısa, kimsenin helak olmadan, daha iyisini yapabildiği; aynı bütçenin daha az süredeki daha çok işe ayrıldığı, prodüksiyon gücü artmış günlerini de görürüz.
Yazan, çizen, oynayan, yöneten, ulaştıran… Her birine kendi adıma teşekkür ediyorum…
Ellerin dert görmesin Simtom aklımızdan geçenleri satırlara geçivermişsin. Gerçekten de uzun süredir ilk kez yabancı örneklerinden hiç de geri kalmadan beni ekran önüne mıhlayan, keyifle ve heyecanla izlediğim bir dizi oldu. Teşekkürler yazdığın ve paylaştığın için.
çok güzel bir yazı olmuş. ben de behzat ç hakkında bir şeyler yazsam böyle şeyler yazardım. gerçekten bu dizinin türkiye’deki dizi standardında oynamalar yaratabileceğine inanıyorum. örnek teşkil ediyor, etmeli
Kendimi bildim bileli tvden nefret ettim. tabi hugoi heidi, hayalet casper dönemlerini saymazsak…
dizilerden ise ekstra nefret ettim. yahu arkadaş 1 tane, sadece 1 tane dizi çıkmaz mı ki insanı herhangi birşeye özendirsin.
Behzat ç. ağzı bozuk, sorunlu, kafadan kontak bir polis!..
bir “Angara” polisi..
ekibi hakeza….
yıllar sonra bir diziyi öyle bir takip ediyorum ki… öyle olur.
üstelik ağzı bozuk felan da olsa behzat ç. insanları polis olmaya özendiriyor.
savcı esra insanları savcı olmaya özendiriyor.
şule karakteri ise direkt sevimliliği özendiriyor. hani öyle tatlı bir ses tonu, öyle tatlı bir konuşma görülmemiştir. hani bu abla karşıma geçsin sadece konuşsun isterim! bu kadar sevimli birşey olamaz. abartmıyorum ama olayın rengini açıklamak için bu aşırı örneği vermek zorundayım : şule’yi oynayan hatunla ıssız adaya düşsem bir ömür konuşsak bıkmam ama bir kere sevişsek soğurum.
öyle söyleyim…
yani karakterlerin yerli yerine oturması ve hatta oyuncu seçimi dahi süper.
e abi zaten dizinin tepesindeki isme bakıyoruz : serdar akar!
gemide, lalelide bir azize, dar alanda kısa paslaşmalar gibi şaheserler bu abinin elinden çıkmış.
dizi sektörüne adım atmış.
takip etmeyeceğiz de ne yapacağız hacı? bi söyleyin hele…
ayrıca türkiye’de bundan başka “gerçekçi” bir dizi var mı?
konaklar, zenginler, ıvırlar,zıvırlar, lüks arabalar!
bak karaktere: halkın içinden. akşam evinde birası elinde göbeğini kaşıya kaşıya belgesel izliyor.
abisiyle kavga ediyor! bağırışıyor çağırışıyor…
ayrıca cinayetçi bir komser nasıl olur onu da gösteriyor. abi kafayı sıyırıyor onlar, bizzat gördüm ordan biliyorum!
üstelik natu sendeki gibi bi etki şahsımda da oluştu. hiç sevmediğin ankara’yı sevmek.
üstüne bi de ankara şivesi…
güzeldir güzel. izleyin, izlettirin. izlemeyene küfredin!.. kesinlikle.
Haha, yorum değil adeta 2. bir blog yazısı yazmışsın Hiphop.. (:
Teşekkürler güzel yorumlarınız için.
Yaklaşık 3-4 yıldır tv izlemeyi unutmuş biri olarak ve daha öncesinden de türk dizilerini izlemeyen biri olarak söylüyorumki behzat ç.’yle daha ilk karşılaştığım anda sevdim.
Bi anda sevmemin nedeni belki hiç yapaylık barındırmaması, sokaktan fazlaca cümle bulundurması ve bunu abartarak değil tadında ve yerinde yapması diyebilirim. Hani diziye aşık oldum desem yeridir.
Yazdığın yazıyı da çok beğendim. Sanki ben yazmışım gibi içten ve yakın bir yazı olmuş :)
Düşüncelerimizi kaleme almışsınız. Teşekkürler.
uzun zamandır yazmak istedigim ama yazmaya vakit ayıramadigim bir calışma olmus. cok keyifle ve tek solukta okudum. altına imzamı atacagim kadar kaliteli.
eline kalemine saglik.