Sayın Başbakanım,
Bugünlerde birçok kişi size açık mektuplar yazıyor, Gezi Parkı eylemleriyle ilgili düşündüklerini, beklediklerini paylaşıyorlar. İçlerinde sizden biraz sükûnet bekleyen AK Partililer bile var. Biliyorum; değil okumak, bu mektup size ulaşmayacak bile ama dün gece Kuzey Afrika dönüşü yaptığınız konuşmayı canlı izledim ve konuşmanızı dinledikten sonra uyku uyuyamadım. Bu yüzden siz okumayacak dahi olsanız, hislerimi size hitaben yazarken en azından kendi okurlarımla paylaşmış olmak istedim.

Adettendir, önce kendimi tanıtayım. Ben Simto Alev. 80 Sonrası doğmuş kuşaktanım. Geçirdiğim bir rahatsızlık sonucu 7 yaşımdan beri tekerlekli sandalye kullanıyorum. Bu nedenle resmi olarak bir eğitimim, bir ilkokul diplomam bile yok. Bir mesleğim (web arayüz geliştiricisi) var ama. Şu an özel bir şirkette mesleğimi icra ediyorum. Hepsi bu. Herhangi bir siyasi partiye, örgüte, STK’ya üyeliğim yok. (Sadece bazı engelli STK’larına 1-2 kez gönüllü destek oldum.) Yani sıradan, belki cahil de sayılabilecek vatandaşım. İktidarda kaldığın süre boyunca senin de vatandaşınım.

Bir Taksim Gezi Parkı meselesi, bir Topçu Kışlası çıktı başımıza. 3-5 Ağaç dendi, ne olduğunu anlamadan binlerce kişi sokağa döküldü. Sokağa dökülenler kışkırtıldıkça daha da kalabalıklaştı. Ancak kimse “ne oluyor burada” diye sormadı. Hep daha çok inatlaştınız. Olmadı… Dün gece hissettiklerimi, korkularımı paylaşmadan önce kendi gözümden süreci anlatacağım.

Sizin deyiminizle “3-5 ağaç sökülecek diye” eylem yapıldı. Eylem dediğime bakmayın. Yaşları otuzu bulmayan 50 kişilik bir grup, halka açık olan Gezi Parkı’na gitti. Yıkıcı buldozerlerle yapılacak “söküm” işleminin izin belgesi yok diye engel oldular. İş makinelerinin kepçeleri bu 50 kişinin önünde yeniden ağaçlara kalkınca, bir Milletvekili de araya karıştı ve nihayet tüm bu olanlar 1-2 gazetede olsun yer aldı. İşte serüvenimiz böyle başladı.

O gece 200 kişilik bir grup Gezi Parkı’na çıktı. Halka açık, insanların gezmesi, oturması için olan bu parkta grup, parkı amacına uygun olarak kullandı. Evet, amaç bir eylemdi. Ancak ortada fiili bir eylemde yoktu. Bir parkta oturmak, uzanmak, kitap okumak, şarkı söylemek ne kadar hukuksuz olabilir ki? O gecenin sabahına başka giysilerle yeleği kamufle edilmiş zabıtalar “eylemcilerin” çadırlarını yaktı. Polis biber gazı sıktı. Bu müdahale ne kadar hukuki olabilir ki?

Başbakanım; “buradaki ağaçlar sizin için neden bu kadar önemli” diye sorsaydınız anlatırdık. Bugün sorun yine anlatırız, anlatırım. Biz de biliyoruz ne kadar ağaç dikecek gücünüz olduğunu. Biz de her yere ağaçlar dikiyoruz. Geziye de fidanlar diktik, ezilen çiçekleri yeniledik.

İşte o günden sonra büyüdü olaylar.

Topçu Kışlası diyorsunuz, istemediğimizi söylüyoruz. Biz Topçu Kışlası’nı değil, oraya dikilecek herhangi bir binayı istemiyoruz. Bizler, mevcut tarihi binalar korunamazken, yıkılmış bir tarihin dış görünümüne sahip ama o tarihten yoksun bir binayı tarihi bina olarak da kabul etmiyoruz. İtirazımız bu.

Hiç sormadınız ama “neden karşısınız bu projeye” diye. Sorsanız anlatırdık Başbakanım. Sorun, yine anlatırız. Ben anlatırım.

“AKM’yi yıkacağız” diyorsun. AKM’nin bir tarihi yok mudur? Restore edilemez mi? Neden aynı lokasyondaki bu tarihe sahip çıkılmıyor anlamıyorum.

Taksim’e Cami yapacağız” diyorsunuz. Yalan yok; projesinin medyaya yansığıdığı o çoklu ibadetli, modern mimarili camiden bahsediyorsanız, itirazım yok. Ama hiç gereği yokken, “Topçu Kışlası’nı yapacağız, AKM’yi yıkacağız” dedikten sonra gizli bir “inadına” sözcüğü ile “camiyi de yapacağız” diyorsunuz ya; halkınıza karşı gösterdiğiniz bu inat, bu meydan okuma beni üzüyor.

Başbakanım;
Gezi Parkı eylemlerinde bulunmayı çok istedim. Sürecin 12. günündeyiz ve Gezi’ye gitmemek için kendimi evimde zor tutuyorum. Polis çekildiğinden beri orada bir şenlik havası olmasına karşın annem (sizin gibi Kasımpaşalı, akşamları tencere çalan bir kadın) “polis gelir” diye beni bırakmıyor. Onun yardımı olmadan kapının önüne çıkmam zaten mümkün değil.  Haklı ama kadın. Sağlığım çok da iyi değil. Eğer yakınımda bir  biber gazı patlarsa, oracıkta nefessizlikten ölebilirim. Dağ gibi adamı üstüne sıkınca 5 metre sürükleyen tazyikli su 40 kiloyu anca bulan bedenime sıkılsaydı, sizinle Tunus’ta karşılaşabilirdik.

Polis müdahalesiyle ölmemek için Gezi Parkı’na gitmedim. Ama kullandığım için beni yalancı ilan ettiğiniz Twitter’da eylemleri destekledim. Nerede yaralı var, nerede doktor var paylaştım. Polis şiddetini gösteren görüntüleri paylaştım. Polis nerede en çok müdahaleyi yapıyorsa, insanları Twitter üzerinden uyardım. Bunu yaparken, ilettiğim haberler gerçek mi diye farklı kaynaklardan teyit ettim. Gerçek olduğuna inanmadığım hiçbir bilgiyi paylaşmadım. Elimden bu kadarı geldi evimde ama siz bana “yalancı” dediniz. Olsun…

Sadece “yalancı” da değil; “çapulcu” dediniz. “Densiz” dediniz. “Vandalist” dediniz. Siz eylemcilere  bu yakıştırmaları yaparken, eylemcilerin destekçisi olarak hepsini bizzat üstüme alındım ve üzüldüm. Başbakanım bana nasıl bunları söyleyebilir? “içlerinde teröristler” var dediniz. O terörist ben miyim?

Başbakanım; mümkün değil ama bir şekilde bir çay içmek için bir araya gelsek, sizinle taban tabana zıt fikirlere sahip olmamıza rağmen eminim, beni tanıyınca öyle seversiniz ki; sözlerinizden mahçubiyet duyarsınız. Eminim. Benim eyleme katılan arkadaşlarım, akrabalarım ve hiç tanımadığım insanlar da öyle. Bundan da siz emin olun. Ama biz, sizinle hiç biraraya gelemiyoruz ki…

Kürt sorununu çözmeye çalışıyorsunuz. Bu çok önemli, evet. Ama eylemlerde Türk, biber gazı yiyen Kürt’ün yüzüne ilaç sıkıyordu. Hem de Kürt olduğunu bilmeden. Bilse ne olacak? Bizim için önemi yok ki. Zaten bu yüzden bilmiyoruz.

Sağcı-Solcu diye ayrıldık yıllar boyu. Hala devam ediyor birileri ayırmaya üstelik. Ama Gezi Parkı’nda bir solcu gaz bombası kapsülüyle yaralandığında, sağcısı gelip yarasını sardı. Emin olun bilmiyorduk kim sağcı, kim solcu. Önemsemiyorduk da…

Birileri “kapalı”ları aşağıladı, birileri “açık”lara “ahlâksız” dedi. Gezi Parkı’nda türbanlı, bileğine kadar etekli kızlar, pembe saçlı, mini etekli kızlarla elele tutuşuyordu.

Örnekler çok; hepsini anlatmayacağım.
Orada Türk-Kürt, sağcı-solcu, AKP’li-CHP’li, GSli-FB’li ayrımı yoktu. Orada siyasi bir slogan atılmadı.  Hiçbir siyasi parti yer almadı. Siz “CHP’liler” dediniz ama CHP Kadıköy’de miting düzenlerken tüm eylemciler ve eyleme katılmamış CHP’liler tepki gösterdi. Miting son anda iptal edildi. Kılıçdaroğlu Beşiktaş’tan Taksim’e yürüyerek eyleme destek vereceğini söyledi ama onu da eylemcilerin arasında gören olmadı herhalde. Nasıl olsun? Size tepki gösteren bu halk, onu kucaklayacak mıydı? Asla…

Her şey bu kadar güzel miydi? Hiç mi provokatör yoktu?
En başında yoktu. Siz kışkırttıkça, kalabalık arttıkça bundan faydalanmaya çalışan sanatçılar (gerçekten destek verenler hariç), siyasiler (bireysel destek verenler hariç) oldu. Eline taş alanlar, küfür edenler oldu. 200  Kişinin içinde hiç yoktu. 5000 Kişinin içinde “3-5 tane”. Kalabalık arttıkça belki sayıları fazlalaştı ama izin vermemek için elimizden geleni yaptık.

Eylemciler sürekli “içki içmeyin” dedi. Küfür edeni susturdu, eline taş ve sopa alanı polisten evvel uzaklaştırmak için çalıştı. Hatta kimse kullanmasın diye kırılan taşları toplayıp uzaklaştırdı. Buna rağmen üzücü olaylaş yaşandı. Bizi dinleseydiniz, belki hiç yaşanmayacaktı.

Malesef bu provokatörlerin arasında teşhis edilmiş sivil polisler de vardı. Göstericilerin yakınında esnafa saldırıldı. Amaç neydi bilmiyorum.

Polis demişken sayın Başbakanım;

– Polis, yakın mesafeden insanların doğrudan üzerine tazyikli su sıktı. Bu suyun gücü sizin gibi heybetli bir adamı, en dik durduğu anında 5 metre geriye fırlatacak güçte. Yani bu uygulama ölümle sonuçlanabilir.

– Polis, yakın mesafeden insanları hedef alarak biber gazı bombası sıktı. O mesafeden ve o güçte belki kağıt top atsa yaralayıcı olabilecekken; bu teneke kapsüller çok fazla vatandaşa zarar  verdi.

– Polis, biber gazı kullanırken yaptıklarını zaman zaman plastik mermi ile de yaptı.

– Polis, TOMA aracını bir vatandaşın üzerine sürdü ve vatandaş ezilmekten son anda kurtuldu.

– Polis, hiçbir eylemcinin olmadığı evlerin penceresine de biber gazı attı. “Neden” sorusuna makul bir cevap bulunamaz. Yeri gelmişken söyleyeyim; geçen yıllarda hiçbir gösteri ile alakamız yokken uzaklardan evimize biber gazı girmişti. Tarifsiz bir acı. Doğrudan üstüne sıkılanı nasıl etkiler acaba? Bence eskaza bir fıs size sıkılsa, makamınızı unutup sıkana istem dışı şiddet bile gösterebilirsiniz. Gaz bulutu içinde kalan eylemcilerse sakinliğini korudu.

– Polisin arasındaki eli sopalı siviller eylemcileri dövdü. Polis ya da değil; önemi yok. Şiddet vardı, polisin arasındaydı ve polis müdahale etmedi.

– Polis, yaşları 13-17 arasında olan lise öğrencilerine (hukuğa göre bile çocuklar) TOMA’larla su sıktı.

– Şiddet uygulayan bazı polisler kask numaralarını gizledi. Siz yokken size vekâlet eden sayın Bülent Arınç’a 3 kez sorulduğunda sadece “çipet” dedi.

– Sizin resmi açıklamalarınız yalanlasa da; Tabipler Birliği eylemler sırasında yaralanan 4177 kişi olduğunu söylüyor. Bunun vebali kimin boynunda?

– Polis, Twitter’da yardıma koşacak gönüllü doktor numarası paylaşan insanları gözaltına alıp haddinden uzun süre gözaltında tuttu.
(Bu arada dün gece farkettim, gözaltı torbalarınız inmiş. Gezinizde uyuyabilmiş olmalısınız. Biz Gezi’mizde uyuyamadık.)

– Elbette bazı polisler insanlara yardım etti. Maskesini çıkarıp gençlere veren memurlar oldu. Konuşarak olayları yatıştıranlar oldu. Hepsine helal olsun. Ama çok az kişiydiler.

Sayın Başbakanım;
Biz eylemcilerin arasına nasıl birkaç provokatör karışabiliyorsa, polisin de arasına karışabilir. Bunu anlayabiliyorum. Ancak polis bunlara engel olmadı. Daha önemlisi, yukarıda saydıklarım sadece genelleyici bir özet. Bunların onlarca örneği yaşandı.

Yukarıda saydığım her şeyin, sevgi ve barış dolu insanların, aramıza karışan birkaç provokatörün, polis şiddetiniz, birkaç polisin sağladığı barışın, revire dönmüş camilerin, ilk yardıma koşan doktorların, kimisi farklı açılardan da çekilmiş video ve fotoğrafları “başbelası” dediğiniz Twitter’da, “yalancı” dediğiniz insanlar paylaştı. Bir kısmı konvansiyonel medyaya yansıdı. Hepsi incelenebilir, aralarındaki sayısı az sahte görüntü elenebilir.

Biliyorum, bir soruşturma başlatılıyor. Dürüst ve adil yürüyeceğine inandığım bu soruşturmada umarım sosyal medyada yer alan bu delillerde incelenir ve “3-5 polis biraz haddini aşmış” sözleriyle kapanmaz konu.

Gelelim dün gece, Kuzey Afrika seyahatinizden döner dönmez yaptığınız spontan konuşmaya (bana göre planlı bir mitingdi) ve korkularıma.

– Daha havaalanına iner inmez “Ya Allah Bismillah Allahu Ekber” sözleriyle karşılandınız. Allah’ın adını anmak güzel ama adeta savaşa gider gibi bir coşku vardı bu sözlerin ardında.

– Mekke ve Medine’yi selamladınız, İstanbul’da olduğumu unuttum.

– Konuşmanızda “faiz lobisinin işi” dediniz. Gezi Parkı’nda kurulan kütüphaneye ücretsiz kitap, yardım alanlarına ücretsiz yiyecek, içecek ve tıbbi malzeme (öyle aspirin falan değil, küçük bir ameliyat bile yapabilecek malzeme) getiren vatandaşın faizci olmasından korktum.

– Bir bankanın genel müdürünü tehdit ettiniz. Biz o banka müdürünü çoktan şiddete başvurmadan protesto ettik. O yüzden “ben de çapulcuyum” dedi. Resmen düşene bir tekme de siz vurdunuz. Ben düşersem bana da vurur musunuz diye korktum.

– “Sizler ellerinde tencere tavayla dolaşan gençlik değilsiniz” dediniz. Tencere tava çalanlar eylemlere gitmeye korkan ama destek olmak isteyen annelerimiz, anneannelerimizdi çoğunlukla. Akşam eşine çocuğuna yemek verdikleri tencereye vurdular kaşığı. Siz öyle deyince ama; “annem terörist mi oldu” diye korktum.

– “Bu gençlik ellerinde bilgisayarlarla dolaşan gençlik olacak” dediniz. “Bu” derken beni de, eylemcileri de işaret ettiniz mi bilmiyorum ama “bu gençlik” ellerinde bilgisayarlarla, cep telefonlarıyla tweet atıyor. Yeri gelmişken ekleyeyim; ben eylemlere destek veren tweet’ler atarken, AK Partili bazı Twitter kullanıcıları da bana cevap olarak hakaret ve küfüre varan cevaplar yazdı. Yani Twitter’ı herkes kullanıyor ve her kesimden birkaç kendini bilmez var. Cephe ayırmaksızın hepsini gözardı edebiliriz.

– Konuşmanızda yüzde elliden bahsedip, “azınlık” ve “çoğunluk” diyorsunuz. Kendimi tanıtırken yazmıştım; ilkokul diplomam bile yok. Bu yüzden hangi 50’nin azınlık, hangi 50’nin çoğunluk olduğuna matematiğim yetmiyor. Ama siz bizi yüzdelere bölerken Başbakanım, biz yüzde yüz için meydanlara çıktık. Buradaki “biz”, “siz”den ayrı bir “biz” değildir. Herkes yanımızda olmadı ama biz zaten tüm fikir ayrılıklarıyla “biz” oluyoruz. Başbakanım, siz halkı yüzdelere bölerken,bölünerek bölünmenin çoğalmasından korkuyorum.

– Resmi kayıtlara göre biri polis 3 vatandaşımız öldü bu süreçte. Bizim için, benim için birinin acısı diğerinden daha eksik değil. Ama siz dün gece, şehit olan polisimizin ailesine başsağlığı dilerken diğer 2 vatandaşımızın ailesini unuttunuz. O gençlerin annelerinin yüreği daha mı az yandı? O anneler daha mı az anne? Yoksa o vatandaşlar başka bir yüzdenin mi içinde? Yarın bir parkta kitap okurken polis şiddetiyle ölürsem, benim arkamdan bir dua okumayacağınızdan korkuyorum Başbakanım. Aileme bir başsağlığı bile dilemeyeceğinizden korkuyorum.

– Eylemcileri “herkese saldıranlar” olarak nitelendirip, “polisimiz görevini yapmıştır. Yeri gelmiş aşırı güç kullanmış olabilir” dediniz. Bundan cesaret alan polis, yarın bana da “gerekeni yapar” mı diye korkuyorum.

Ama en çok neyden korktum, neyden korkuyorum biliyor musunuz başbakanım?
Sizi seven insanlar, gecenin üçünde, Taksim’de binlerce insan varken “yol ver gidelim, Taksim’i ezelim” diye slogan attı. Siz o an sustunuz, konuşmanıza bile kısa bir ara verdiniz. Bu insanlar sizin en ufak bir tavrınızı “yol vermek” olarak görürse, Taksim’i, Taksim’dekileri, beni ezecek diye korktum.

Başbakanım,
korkularım kendi adıma değil. Tavrınızın, söylemlerinizin, inadınızın, tehditlerinizin tüm halk üzerine negatif tesir yaratmasından korktum. Bu kışkırtıcı tavır, bu barışçıl insanları bile kışkırtır mı diye korktum. Yukarıda saydığım korkuların, benim değil herhangi bir vatandaşın başına gelmesinden korktum. Korkuyorum. Siz tek bir ılımlı laf bile etmedikçe korkmaya devam edeceğim.

Başbakanım,
rica ediyorum, partileri, STK’ları, sanatçıları bir kenara bırakın. Aramızdan bir iki kişiyi seçin ve birlikte bir çay içip konuşalım. Ne istiyoruz bir dinleyin. Bizim çapulcu, densiz, yalancı, vandalist, provokatör, terörist olmadığımızı kendiniz görün. Ne istediğimizi anlayın. Tebdil-i kıyafet Taksim’e çıkın, insanlara sorun bir ne istiyorlarmış. İş nereden nerelere gelmiş. Çok zor değildir  bir insanı dinlemek…

Allah aşkına sayın Başbakanım; söyleyin,
çay içen insandan hiç zarar gelir mi?