2013-04-13 23.41.11Geçtiğimiz Cumartesi akşamı Aylin Aslım yeni albümü Zümrüdüanka‘yı tanıtmak için Salon IKSV‘de bir konser verdi. Elbette ben de oradaydım ama bu yazı konserden başka şeylerden de etraflıca söz edecek. Salon’la tanışmam, Tekerlekli sandalyede konser izlemek ve benim için limitüstü bir yoğunlukta geçen haftasonu. (Aslında bir kısmı ikinci bir yazıda olacak.) Bahsettiğim yoğunluk tamamen keyfi ve mutluluk verici bir yorgunluk ama ne var ki şu satırları yazmaya başladığım Pazartesi günü öğleden sonrası hala gözümü açamamış bir haldeyim.

Blogumda bir iki yazımı okuyanlar zaten benim ağzımdan çok duydu ama ilk olarak şunu tekrar edeyim, İstanbul’da -neredeyse- hiçbir mekan, salon tekerlekli sandalye ile konser, tiyatro, dans vb. performanslar izlemeye kesinlikle  uygun değil. İki ay önce, bir grup tweet‘leşme sırasında Salon’un benim için uygun olduğunu öğrendim. Devamında Salon’dan Aslıhan hanımla yazışarak detaylı bilgi aldım. İkna olduktan sonra keyifle izleyebileceğim bir konser avlamam gerekiyordu.

Salon’un web sitesinde konserleri düzenli takip ederken, bugünden bir ay kadar önce de bir radyo programında Aylin’in Salon konserini öğrendim. Yalnız gidebilsem bile dönemeyeceğim için Ozan Eicher‘e benimle gelip gelemeyeceğini sordum. Ozan’ın kabul etmesiyle, üstüme düşen son görev olan Salon’u teftişe çıktım. Aslıhan hanımla sözleşip, bir Cumartesi akşam üzeri Salon’u ve kendisini Salon’un gerçekten ne kadar bana uygun olduğunu görmek için ziyaret ettim.

Sadece mekan değil, metrodan çıkıp o taş yoldan Salon’a nasıl ulaşacağım bile önemliydi. Salon’un etrafındaki kaldırımdan, içerideki her köşeye kadar inceledim. Bu sırada Aslıhan hanımda benimle oldukça ilgilenip detaylı bilgi verdi. Salon bir engelli için tamamen kusursuz değildi ama eksikleri küçük detaylarda olduğu ve kendi başına bir istisna yarattığı için “mükemmel” sözünü de hakediyordu.

Mesela belediye oradaki kaldırıma rampa yapmayı unutmamıştı ama öyle çarpık ve su kanalıyla bitişikti ki; yardımsız inip çıkmam mümkün olmadı. Bu kaldırımın devamında çok daraldığı yetmezmiş gibi, bir de babalar dikip iyice geçilmez hale getirmişlerdi. Bu engelleri aşıp Salon’un kapısına dayandığımda iki üç basamakla karşılaştım. Salon bu konuda hazırlıklıydı. Aynı zamanda malzeme taşımak için kullandıkları rampayı basamaklara yerleştirdiler. Doğrudan mekana ait tek engel buydu ama çözüm de aslında bir engeldi. Rampa öyle dik ki; inmek yuvarlanma tehlikesi, çıkmak zaten mümkün değil. İlla ki yardımcı oldular. Salon dümdüz, sahne alçak, asansörle çıkabileceğim ve sahneyi iyi gören bir balkonu da var. O halde biletleri almamın önünde hiçbir engel yok!

Elbette konsere kadar, bütün bir ay Aylin Aslım dinlendi. Ezberler tazelenip, yenileri ezberlere eklendi. Böyle bir fırsatı yakalamışken, hakkını vermem gerekiyordu. Cuma ve Cumartesi günleri TEDxReset‘de 20 kadar konuşmacıyı dinleyip, beynimi iyice yorduktan sonra (muhteşem konuşmalar vardı.) çok da dinlenmeye zaman ayıramadan Ozan’la birlikte -görüşümü engellememek için- önlerden yer kapma isteğiyle erken saatte Salon’a doğru yola çıktık ama salon çoktan dolmaya başlamıştı.

Yine de en önde bir  köşeye yerleşebilmiştim. Ses monitörleri önümde sadece baterinin zillerini görmeme izin veriyordu. Zorla, bir 15 santim sola kaydığımda iki monitör arası bir boşluk buldum ama salon doldukça anladım ki en önde olup sahneye yapışmama rağmen insanlar görüşümü kapatabiliyordu. Neyse ki konseri rahatça izleyebileceğim bir balkon vardı. Görevlilerin ve Aslıhan hanımın yardımıyla asansör kapıları açıldı ve biraz uzaktan, biraz parmaklıklar arasından ama çok üstün bir sahne görüşüyle konseri izleyebildim. Elbette konseri, tüm enstrümanları, müzisyenleri izlerken Aylin Aslım’ı da yakından görmeyi tercih ederdim.

Konser 21 şarkılık bir setlist’ten oluşuyordu. Zümrüdüanka bir eksikle (Evet, albümde en sevdiklerimden biri olan Usta  yoktu) yer alırken, eski albümlerden de en güzellerinden 13 şarkı aralara özenle yerleştirilmişti. İçlerinde benim çok hakim olmadığım bir iki şarkı olsa da; genelini bağıra bağıra söylerken, keyifle sahneyi izleyebildim.

Konser biraz sönük başladı doğrusu. Bunun bir sebebi bir gece önce Kemancı’nın kurucusu ve pekçok rock sanatçısında emeği olan Zeki Ateş‘i, tanıyanlarının Zeki Abi‘sini kaybetmiş olmamızdı. Fakat konser ilerledikçe Aylin ısındı, seyirci ısındı ve konser daha çoşkulu hale geldi.

8 şarkıdan oluşan albümde 2 şarkı düet. Bunlardan biri Teoman‘la olan İki Zavallı Kuş, diğeri ise Cem Adrian‘la olan Af. İki şarkıda da sahnede bir sürpriz olur mu diye düşündüm ama Teoman ortalıkta yoktu. Cem Adrian’da başka bir şehirde konseri olduğu için gelememiş ancak bir video mesaj bırakmış. 23 Saniyelik mesajı 5-6 kez sessiz, 1 kez de sesli izledik. Şahsi düşüncem, İki Zavallı Kuş bu albümün çıkış parçası olsa da albümde son sırada olması gereken şarkıdır. Af ise, tam aksi bir yönde duruyor ama elbetteki doğru olan çıkışı İki Zavallı Kuş’la yapmaktı.

Ozan’ın kaydettiği Ölünür De  video’su şöyle:

Zümrüdüanka albümünde 2 şarkı da cover (yeniden yorum). Bunlardan ilki Sezen Aksu‘nun az bilinen ama duyunca hatırlanan şarkılarından Hasret. Diğeri ise bir Övünç Dan şarkısı olup Kaçak’ın Silahlı Ve Tehlikeli albümünde yer alan Ölünür De. İki yorum da çok güzel ancak ben iki şarkıda da daha çok, avaz avaz bağırmak isterken Aylin daha sakin kalmayı dercih etmiş. Kötü değil, yalnış değil; çok da güzel. Yine de Ölünür De’yi dinlerken Övünç’ün çığlıklarını duymayı seviyorum. Konserde seyircilerin arasındaydı. Belki bir düet dedim içimden ama…

Kalan şarkılarda  şöyle: Albüme adını veren Zümrüdüanka, Küçük Bey, İşte Sana Bir Tango ve Usta. Küçük Bey benim en az dinlediğim tek şarkı. Çok fazla kadın şarkısı aslında. Diğerlerinin sakinliğini taşımayan bu parça aslında diğer yandan kendini başka bir noktaya da koymuyor değil. Zümrüdüanka, İşte Sana Bir Tango (Zeki Müren ve Müzzeyyen Senar’ı da anan şarkı) ve Usta ise söz zenginliği olan şarkılar. Hepsi ayrı bir hikaye anlatıyor ve dikkatle dinlenmeyi hak ediyor. Bu listeden ben Usta’yı favorim seçiyorum. Konserde duyamadığım tek şarkıyı…

Hem taksi bulamama çekincesi hem de konser boşalırken oluşacak kalabalıktan sıyrılamayacağımız telaşıyla, son şarkıyı (İki Zavallı Kuş’u tekrar söyleyecekti) dinlemeden mekanı terketmeyi planlayıp uyguladık. Geçen ilk boş taksi bagajının uygun olmadığını söyleyerek bizi almadı. İkinci boş geçen taksiye bindik ama şoförün başbakanın felç olan korumasından girip, Azrail’in yancısı bir ayakkabıcının hikayesinden çıkmasıyla, konserde edindiğim tüm enerji de söndü.

Netice itibariyle Salon İKSV’nin tamamen engelli dostu olduğunu ama bir mekanın engelliler için ne kadar uygun olursa olsun konser izlemenin ne kadar zor olabileceğini bir daha gördüm. Bu deneyimi yaşarken çok sevdiğim bir şarkıcıyı ilk kez canlı izleme fırsatı buldum (ki aslında böyle bir ortamda izlediğim ilk konserdi) ve bol bol şarkı söyleyip, boğazımı acıttım ve günü noktaladım.

Boğazımdaki acı geçmeden gittiğim Caz Kanyon’da etkinliğini ve Melis Sökmen konserini yine engelli olma hali çerçevesinde bir sonraki yazıda anlatacağım.