Ama öldü efendim

Emekli bir öğretmen Metin Lokumcu. 31 Mayıs 2011 tarihinde, genel seçimler öncesi, AKP miting düzenliyor Hopa’da. Protestolar da oluyor. Miting sonrası olaylar çıkıyor ve polisin attığı biber gazının etkisiyle ölüyor Metin Lokumcu. Daha sonra bir televizyon programında bu konu gündeme geliyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “elimizdeki -kendisine ait- fotoğrafları, ses kayıtları görseniz siz de bunları emekli bir öğretmene yakıştıramazsınız” diyor. Demek ki ölümü meşru. Öyle mi? Ardından Ruşen Çakır devam ediyor: “Ama öldü efendim.” Başbakanın cevabı ise acı: “Bilmem.”

3 ay sonra bu olay yaşanalı 4 yıl geçmiş olacak ancak o günden beri bu düşünce biçimi hiç değişmedi. Aksine, halka da sirayet etti ve bunun sonuçlarını acılarla görüyoruz. Herkesin canını yakan bir şeyler var ama birbirimizin acısına ortak olmak yerine, kendi acılarımıza ağlayıp, başkalarınınkini reddetmek için mazeretler üretiyoruz. Çok yazık.

Malum; mayıs ayının sonundan beri “Gezi Olayları” olarak anılan süreç gündemimizden hiç düşmedi. “3-5 ağacı korumak” için bir avuç insanla başlayan pasif bir eylem, önce devlet elinin eylemcilerin çadırlarını yakmasıyla büyüdü; ardından herkesin itirazını anlatması için bir zemine dönüşüp binlerce kişiye ulaştı. Buna engel olmaya çalışan polisin şiddetli tutumu ise artık 80 ilde, 3.6 milyon kişinin sokağa dökülmesine sebep oldu. Bu sayı daha olayların başında hükümetin açıkladığıdır. (%78’in Alevi olduğu istatistiğinin çıkarılması da ayrıca dikkate değer.)

Önce buradan başlayalım. Ölümlerin yarıştırılmasına peşi sıra geleceğim. Bu eylemler,insanların kendi arzuları ve sebepleri ile kimsenin etkisi ya da emri altında kalmadan katıldıkları masum, cesur ve şiddet içermeyen eylemlerdi. Şahsen ben bu eylemlere destek vemek, onlarca -bizzat tanıdığım- dostum Gezi Parkı’nda eylem yapmak için kimseden para, pul, emir almadık. O kalabalık gerçekten kendiliğinden oluştu ve masumdu.

Ancak polisin eylemleri bastırmak için kullandığı şiddet dozunu öyle arttırdı ki; hem eylemlerin büyümesi hem de zaman zaman fiziksel karşılık bulması kaçınılmaz oldu. Yani eylemlerin durmak yerine büyüme sebebi polis; daha doğrusu sürecin bu şekilde yönetilmesi talimatını veren başbakan, bakanlar, müsteşarlar, valiler.

Hiç kaçınılmazdır ki; bu kalabalık oluştuysa içlerine bundan nemalanmaya çalışan “marjinal” gruplar, terör örgütleri, siyasi partiler, vandallar olacaktır. Bunlar o kalabalığın içinde azınlıktır. Halk kışkırtılmasa, “neden eylem yapıyorsunuz” diye sorulsa, itiraz edilen şeyler inadına dikte edilip yapılmasa, iş bu noktaya varmayacaktı. Eylemciler her zaman “eylemci” olmayanları uzak tutmak için çabaladı. Polis de iş birliği yapabilirdi, yapmadı.

Unutmayın; herkesin eylem yapma hakkı anayasa ile güvence altındadır. Bugün iktidar olan, yarın muhalefet olur. Öbür gün bir başkası iktidar olur, başkaları muhalefet olur. Bunun iktidarı-muhalefeti yok zaten. Her zaman eylem yapabilir. Bu haktır. Gezi eylemlerine karşı çıkanlar, yarın siz de sokağa dökülebilirsiniz. Haksızlık varsa, boyun eğmek yok.

Uzun yazıyorum, geçmişi tekrar ediyorum, hala asıl mevzuya giremedim ama ne yapayım? Nereden geldiğimize bir bakmadan sonuca odaklanamayız. Süreç önemlidir.

Gezi Parkı eylemlerine “dış mihrakların oyunu” diye itiraz eden arkadaşlarım; yukarda aksini iddia ettim ama varsayalım öyle; oyuna geldik. Eğer oyuna geldiysek, hepimiz geldik. Sen de oyuna geldin. Bak düşman olduk birbirimize. Ölümler yarıştırılıyor. Olacak iş mi? Bu yüzden bizi suçlama. İnadı bırak. Aynı görüşte olmayabiliriz, aynı siyasi görüşte olmayabiliriz, beklentilerimiz farklı olabilir; ama ne ben vatan hainiyim, ne de sen! Hiç kimse bu ülkeyi bölmeye çalışamaz merak etme. Ne geziciler, ne iktidar, ne de muhalefet. Biz düşman değiliz, kabul et.

Boşuna yazmıyorum bunları. Gezi Olayları sırasında biri polis memuru 7 kişi (Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım) hayatını kaybetti. Öldü! 2 Gün önce aynı olaylar sırasında gaz fişeği ile kafasından vurulan 14 yaşında bir çocuğun (Berkin Elvan’ın) ölüm haberini aldık. 269 gün komada kaldı. 16 Kiloya düşüp gitti can! Dün cenazesi vardı. Cenaze bitmeden polis saldırısı başladı.

Dün akşam önce Tunceli’de bir polis memuru (Ahmet Küçüktağ) şehit oldu. Önce gazdan etkilenip kalp krizi geçirdiğini öğrendik, ardından valilik arabada kendi kendine kalp krizi geçirdiğini açıkladı. O sırada eylemcilerin taşlı saldırısı olduğunu da belirtti. Birkaç saat sonra da İstanbul Okmeydanı’nda bir genç (Burak Can Karamanoğlu) silahlı çatışma sonucunda öldü.

En büyüğü 26 yaşında 10 genç adam öldü. Ne için? Kim için? Birileri eylem yaptığı için mi? Değil! Birileri karşı çıktığı için mi? O da değil! Devleti idare edenlerin koltuk ve para sevdası yüzünden. Bir yanda iktidar-muhalefet kavgası, bir yanda cemaat-iktidar kavgası derken, bizler ölüyoruz, yanıyoruz, tutuşuyoruz.

İnan ya da inanma milyon dolarların konuşulduğu ses kayıtları çıkıyor ortalığa. Cemaati suçluyorsunuz, paralelse iktidara sızabilecek, yönetebilecek kadar güçlü bir elmiş. Kimin, ne yaptığının önemi yok. Kazanan hep yöneticiler, ölen biz. Ama biz ne yapıyoruz? Ölümleri yarıştırıyoruz…

Ethem Sarısülük polis kurşunuyla öldü. Mobese görüntüleri de var ortada… Birileri polisi savunuyor, “ama elinde taş vardı, polise saldırdı” diyor. “Ama”sı yok. Velev ki elinde taş vardı… Karşısındaki kurşun geçirmez yelekli, başı kasklı, yüzü korumalı, eli silahlı çevik kuvvet polisi. Zarar görmez. Hak var, hukuk var. Ethem’in bir suçu varsa çeker cezasını.

Ali İsmail Korkmaz sokak ortasında sivil polisler tarafından dövülerek öldürüldü. Görüntüleri de var. Vali görüntüler çıkana kadar “arkadaşları öldürdü” dedi. Kimisi “onlar polis değil” dedi. En acısı “ama küfretti” diye ölümü meşru kılanlar oldu. “Ama öldü efendim” Küfretmenin cezası ölüm müdür? Ceza infaz yeri sokak mıdır? Var  mı böyle adalet?

Hepsini tek tek saymayacağım…

Berkin Elvan 14 yaşında bir çocuktu. 271 Gün önce bir silahtan çıkıp kafasına isabet eden gaz bombası ile yere düştü, bir daha kalkamadı. 269 gün komada kalıp öldü. Ailesi ekmek almaya giderken vurulduğunu söyledi. Saat sabahın yedisi; o sırada bölgede olaylar var. “Anne sen kaçamazsın, ben alırım ekmeği” demiş giderken. Sonra geri dönememiş. Önceki gün öldü!

Berkin’in komada kaldığı günlerde ve ölümünün ardından ekmek almaya gitmediği, eylemlerde öldüğü iddia edildi kimilerince. Berkin’in eli sapanlı bir fotoğrafı çıktı, “elinde sapan varmış” diye savunuldu öldürenler. Berkin terörist ilan edildi. 14 yaşında bir terörist mi?

Ardından, yazmaya utanıyorum “geberdi” diyenleri gördüm. Kısa süre önce adı yolsuzluk iddialarına karıştığı için görevini bırakan bir bakanımız dün cenazesine katılanları işaret ederek “nekrofili” dedi. Kısa süre sonra sildi. Özür dilemek yerine “kuzenim yazmış” numarasına yattı. “Nekrofili” bilmeyenler için “ölü sevici” diye kibarlaştırılarak aktarıldı ama işin aslı öyle değil. Biz ölülerimizi severiz, sahip çıkarız, o başka. Ben hiç yumuşatmadan söyleyeceğim, nekrofili “ölü sikici” demektir. 

Bu yorumları yapanların hiçbiri ölenler için üzüntüsünü dillendirmedi. Berkin için üzülenlerin bile (yazı bir kesimin) “ama”sı vardı. “O yaşta çocuğun sokakta/eylemde” ne işi var dediler. “Suç sokağa bırakan annesinde” dediler. Ama hiç biri katili suçlamadı.

Nasrettin hocanın “hırsızın hiç mi yok” fıkrası hem ders verir hem de tebessüm ettirir ancak katili hiç suçlamayandan ne alınacak dersimiz var ne de vicdanımız tebessüme izin verir.

Canlar gitti; birileri hep ölenleri ve çevresini suçladı. Katili unuttu.

Dün gece Burak Can Kahramanoğlu silahlı bir çatışmada öldü. Bu kez öldüren polis değildi. Bölgede olaylar vardı. Birileri çeşitli örgütleri suçları, birileri olaylarla ilgisi yok, AKP-MHP kavgası dedi. O sırada bazı görüntüler çıktı, tekbir getiren insanlar var. Eylemci olmadıkları açık. Birileri “bizim ilgimiz yok” diye açıklama ihtiyacı hissetti, “biz yapsak söyleriz” der gibi…

Ardından “#KatilGezicilerBurakıÖLDÜRDÜ” hashtag’i Twitter’da TT (trend topics) listesine girdi. Saatler sonra, şu an 1.sırada. O kadar zaman ölenler “Gezici” diye katilleri savunan bir kesim, ne olduysa bir katili suçlamaya, bunu eylemcilere yüklemeye ve cephe almaya başladı.

Karşılıksız da kalmadı. TT listesinin 2. sırasında “#ÖlümlerinSorumlusuAKP” hashtag’i var. Bir üsttekine tamamen zıt bir fikir, çarpışıyorlar. Ben ikisine de anlam veremiyorum…

Bırakın “sizden”, “bizden” ayrımını yahu… Bir yerlerde birileri ölüyorsa, bu acıdır. Katledilerek ölüyorsa daha da acıdır. Her şartta, ölenin de öldürenin de dinine, siyasi kimliğine vs. bakılmaksızın ölene üzülmek, öldürene “katil” deyip cezalandırmak lazım.

Nasıl olduysa oldu, kim yaptıysa yaptı; Burak Can, Ali İsmail’den daha az ölmedi. Daha çok da ölmedi.
Bütün ölümler eşittir.
Bütün katiller katildir.

Bırakın şu Gezi meselesini bir kenara, yakın geçmiş çerçevesinde çevremize bir bakalım. Bir yanda İsrail-Gazze savaşı var, bir yanda Gezi dönemindeki Ukrayna ve şimdi Ukrayna Rusya arasındaki savaş; Kırım’ı sahiplenme mücadelesi var. Amerika’nın Irak’a getirdiği özgürlük(!), malum Suriye olayları ve bizim müdahil olmayı çok sevdiğimiz Mısır’daki içsavaş var.

Dikkat edin; bunların hepsi göt kadar toprak için, cehenneme götürülemeyecek para için, petrol için “büyük adamların” verdiği mücadelenin ürünüdür. Bu mücadelelerin (ve saymadıklarımın, bilmediklerimin) hiçbiri halk için değil.

Bu mücadelelerin her birinde 2 taraf var. İki taraftan da insanlar ölüyor, iki taraf da insan öldürüyor ve biz taraflarfan birini seçip, onların ölümüne gözyaşı döküp öldürdüklerine göz yumuyoruz. Ben öyle yapmıyorum. Eğer illa bir taraf tutmak gerekirse, benim tarafım insan. İnsandan yana tarafım ben. Çok net.

Siz de öyle yapın. İstediğiniz siyasi görüşe sahip olun, istediğiniz partiye oy verin, istediğiniz dine, meshepe mensup olun, istediğiniz dili konuşun, istediğiniz gibi giyinin; ama hiçkimsenin ölümünü bu tercihlerinden ötürü meşru görmeyin.

Katile katil deyin.
Hesap sorun.

Ölene üzülün, arkasından konuşmayın.
Rahmet dileyin.

Hiçbir ölünün ardından “ama”nız olmasın.

“Ama öldü efendim” diyene vecerecek cevabınız olsun, yüzünüz olsun, yüreğiniz olsun, vicdanınız olsun…

Ama öldü efendim.